13 Aralık 2022 Salı


Behçet Necatigil ve Oğuz Atay'ın ardından...

Sevgilerde Tutanamayanlar


Türk edebiyatının iki büyük ismi, aynı gün sonsuzluğa doğru kanat açtı. Behçet Necatigil ve Oğuz Atay, takvim yaprakları 13 Aralık'ı gösterdiğinde maddi dünyadan ayrıldılar belki. Oysa okurların zihin ve kalplerinde derin izler bırakan eserlerinde yaşamlarını sürdürüyorlar. Atay, en çok "Tutunamayanlar" romanı ile usta şair Necatigil de "Sevgilerde" şiiriyle hafızalara nakşoldu. Okurları şimdi onları, o unutulmaz söz ve dizeleriyle özlemle anıyor...

“Herkesin istediği gibi yaşadığı uzak bir ülkenin özlemini duyuyorum” diyerek ayrıldı aramızdan Oğuz Atay. Necatigil,

"Sevgileri yarınlara bıraktınız

Çekingen, tutuk, saygılı

Bütün yakınlarınız

Sizi yanlış tanıdı" mısralarıyla geçti bu diyardan...


Felsefe ile şiiri birleştirir, "yaşadığını yazmak" ilkesine sadık kalır

Şiirlerinde hem Batı hem de Doğu kültürünü bir araya getiren Behçet Necatigil, edebiyat serüveni boyunca "yaşadığını yazmak" ilkesine sadık kalır.

Kendini sürekli geliştirip olgunlaştırmaya çalışan usta şair, felsefeyle şiiri birleştirerek edebiyata farklı bir soluk getirmeye çalışır. Şiirlerinde hem Batı hem de Doğu kültürünü bir araya getiren Necatigil, Yılmaz Erdoğan'ın yazıp, yönettiği "Kelebeğin Rüyası" adlı filme de konu olur.

Yaşadıklarını kaleme almaya büyük özen gösteren Necatigil, kendi sanat yaşamını şu sözlerle anlatır:

"Aile muhitimde şiirle, edebiyatla uğraşan hiç kimse yoktu. Kendi halime bırakılmıştım. Her şeyi kendim hazırlamam, kendim keşfetmem gerekiyordu. Bende şairlik, çocukluğumun hastalık ve yalnızlıklarına bir taviz olarak kendiliğinden belirdi. 1931-1933 arası Akşam gazetesinin Çocuk Dünyası sahifesinde 'Küçük Muharrir' imzasıyla manzum, mensur, hikaye, fıkra, şiir gibi bir sürü yazı neşrettim. Merhum İskender Fahrettin, telif hakkı olarak her yazıma bonbon veya bir büyük paket çikolata verirdi.

Bu çocukluk heves ve faaliyetleri 1933'te liseye geçmemle birlikte birdenbire değişiklik geçirdi. Necip Fazıl'ı ve Yedi Meşale şairlerini keşfettim. 1932 tarihli 'Onların Şiirleri' başlığını taşıyan Necip Fazıl'ın, Cevdet Kudret'in, Ziya Osman'ın, Yaşar Nabi'nin, Ömer Bedrettin ve Sabri Esad'ın şiirleriyle dolu olan hususi şiir defterim benim tek rehberimdi. Hele ilk gençliğimin ruhuma en yakın şairi Cevdet Kudret'in şiirlerinin üzerimde, 1933'ten itibaren bütün bütün tesiri görüldü."

Şairin, Yüksek Öğretmen Okulu'ndan arkadaşı ve uzun yıllar dost olduğu Cahit Külebi de Necatigil hakkında, şunları dile getirir: "Zayıf yapılıydı. Buna karşın çok çalışkan bir öğrenciydi. Ne zaman çalıştığı da görünmez, bilinmezdi. Üniversiteyi bitirdiğinde Türkoloji'de, Arap Fars Dilleri bölümlerinde daha sonra da Alman Dili ve Edebiyatı bölümünde ısrarla asistanlık önerilerinde bulundular. O hiçbirini kabul etmedi. Şairliğini sürdürmek istiyordu." 

Batılı şair ve yazarların eserlerini Türkçeye kazandırır

İlk şiirlerindeki açık ve yalın bir söyleyiş kullanan Behçet Necatigil, mısralarında ayrıca yoğunlukla ev, aile, çevre, aşk, bunalım, hastalık, yalnızlık ve ölüm kavramlarını işler. Şiiri hayat bilgisine dönüştürmeye çalıştığı belirtilen usta edebiyatçının eserleri, "Yenilik", "Yeditepe", "Türk Dili", "Yeni Dergi", "Yeni Edebiyat", "Cumhuriyet", "Milliyet-Sanat" gibi dergi ve gazetelerde yayımlanır.

Necatigil, şiirlerinin yanı sıra Knut Hamsun başta olmak üzere Rainer Marie Rilke, Hermann Hesse, Thomas Mann, Miguel de Unamuno, Stefan Zweig ve Heinrich Heine gibi Batılı şair ve yazarların çok sayıda eserini Türkçeye kazandırır.

Edebiyat öğretmenliği tecrübesi dolayısıyla okullar için edebi şahsiyetler ve eserlerle ilgili el kitabı tarzında sözlük ve antolojiler de hazırlayan Necatigil, "Eski Toprak" adlı kitabıyla 1957 Yeditepe Şiir Armağanı'nı, "Yaz Dönemi" kitabıyla da TDK 1964 Şiir Ödülü'nü alır.

Necatigil'in vefatından sonra bütün şiirleri, oyunları, yazıları ve konuşmaları Hilmi Yavuz ve Ali Tanyeri tarafından "Bütün Eserleri" adıyla 1981'de yayına hazırlandı. Kitap "Bütün Yapıtları" başlığıyla 1995'te Yapı Kredi Yayınları'nca yeniden yayınlanmaya başlanır.

Çeşitli edebiyat konferansları da veren Necatigil, Türkiye'de radyo oyun yazarlığının da öncüsü oldu, Evliya Çelebi Seyahatnamesi'nden bazı bölümleri ve şair Ali Ruhi Bey'in hayatının radyo oyunu olarak yazılmasını sağlar.

Kendi şiir anlayışını "toplumcu realist" diye tanımlayan Necatigil, hiçbir edebi gruba da katılmadı. Hayatı boyunca şiirin ideolojiden uzak tutulması gerektiğini savunan şair, orta halli ve yoksul insanların sosyal ve ekonomik problemleriyle kendini özdeşleştirir.

Necatigil, bütün şairlerin şiirinde üç temel dönem yaşadıklarını ifade ederek, bu dönemleri şöyle sıralar:

"Sırasıyla 'gurbet burcu, hasret burcu, hikmet burcu'. İlkinde şair ne yazdığının ve nasıl yazdığının farkında değildir, taklitler yapar, daha çok aşktan söz eder, karşısına iyi veya kötü örnekler çıkabilir. Bu dönem rastgele ve acemice yürüyüş dönemidir. İkinci dönem özentiden, taklitten ve bocalamadan çıkış dönemidir. Şair hasret burcunda kendi kendisi olduğu bir döneme geçmektedir. Hikmet burcunda ise hakikatlerle yüzleşmiş, neyin gerçekleşip neyin gerçekleşemediğini yaşayarak görmüştür. Eserlerinde nutuk, ideoloji ve hamaset geride kalmıştır."

İstanbul'da dünyaya gelir

Modern Türk şiirinin önde gelen şairlerinden, eğitmen, çevirmen, radyo oyunu yazarı ve araştırmacı Necatigil, 16 Nisan 1916'da İstanbul Fatih'te dünyaya gelir. Aslen Kastamonuludur. 

Çok yönlü bir karaktere sahip olan usta şair, henüz iki yaşındayken annesini bir hastalık sonucu kaybedince, anneannesi Emine Münire Hanım'ın yanına taşınır. Bir yıl sonra, babası bir saray memurunun kızı olan Saime Hanım ile evlenir. Çocukluk yıllarını anneannesinin evi ile babasının ve üvey annesinin yaşadığı ev arasında geçiren Necatigil, 1923'te ilkokula başlar.

Edebiyata ortaokuldayken ilgi duymaya başlar

Behçet Necatigil, ilkokulun ilk 4 yılını Beşiktaş Cevri Usta Mektebi'nde okur. Anneannesinin rahatsızlığının ardından, Singer firmasında müfettiş olarak Kastamonu'ya atanan babasının yanına giden Necatigil, son sınıfı Kastamonu Erkek Muallim Tatbikat Mektebi'nde tamamlar.

Başarılı edebiyatçı, ortaokuldayken edebiyata ilgi duymaya başlar. Edebiyat öğretmeni, şair Zeki Ömer Defne'nin yazması konusunda destek verdiği Necatigil, kendi eliyle yazıp hazırladığı, "Küçük Muharrir" adlı dergiyi 26 sayı çıkarır.

Aynı yıllarda, Akşam gazetesinin haftalık "Çocuk Dünyası" sayfasına "Küçük Muharrir" imzasıyla şiir, fıkra ve hikâye yazan Necatigil'in bu çalışmaları 1933'e kadar sürdürür.

İlk şiir kitabı "Kapalı Çarşı"

Behçet Necatigil, 1931'de Kabataş Lisesi'nin ortaokul kısmına, ikinci sınıftan kaydolur. Aynı okulda lise eğitimi de alan usta kalem, lisenin edebiyat kolundan 1936'da birincilikle mezun olur.

Aynı yıllarda, eserleri Varlık Dergisi'nde okurlar buluşan şair Necatigil, 1936'da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne girerek Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'ne başlar.

Necatigil, 1937'de "Deutscher Akademischer Austauschdienst" kurumunun davetlisi olarak 4 ay boyunca Berlin Üniversitesi'nde dil eğitimi alır.

Şairler Rüştü Onur ve Muaffer Tayyip Uslu ile

Üniversite eğitimini 1940'ta yine birincilikle tamamlayan ünlü edebiyatçı, daha sonra Kars Lisesi ardından da rahatsızlanması nedeniyle Zonguldak Çelikel Lisesi'nde kısa bir süre edebiyat öğretmeni olarak görev yapar. Necatigil, Zonguldak'ta kaldığı dönemde, şair Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu ile Ocak gazetesi, Kara Elmas dergisi ve Değirmen mecmuasına yazılar yazar.

Usta şair, 1943'te görevlendirildiği İstanbul Pertevniyal Lisesi'nde 2 ay görev yaptıktan sonra Ankara Yedek Subay Okulu'na çağrılır.

İzmir'de levazım subayı olarak 30 Kasım 1945'te askerlikten tezkeresini alan usta kalem, aynı yıl "Kapalı Çarşı" adlı ilk şiir kitabını yayımlar.

Necatigil 1946'da, mezun olduğu Kabataş Lisesi'nde göreve başlar.

Bir yandan Alman Filolojisi eğitimi alan Necatigil, öğretmenlik yaptığı lisede dersleri arttığı için filoloji eğitimini üçüncü sınıftayken 2 sertifika alarak yarım bırakır.

Büyük şair, 1949'da ek ders vermek üzere göreve başladığı Sarıyer Ortaokulu'nda tanıştığı öğretmen Huriye Hanım ile evlendi. Çiftin, 1951'de Selma, 1957'de ise Ayşe isimli kızları dünyaya gelir.

Necatigil soyadını alır

Nüfus kütüğünde yer alan "Gönül" soyadını 1955'te değiştiren şair, resmi olarak Necatigil soyadını alır.

Behçet Necatigil, 1960'ta atandığı İstanbul Eğitim Enstitüsü'nden 1972'de emekliye ayrılır. İstanbul Üniversitesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler bölümü öğrencilerine 1979'da kompozisyon dersleri veren şair, bir kaynağa göre, Yıldız Teknik Okulu'nda da öğretmenlik yapar.

Türk Dil Kurumu ve Türk-Alman Kültür Derneği üyesi olan Necatigil, 1979'un kasım ayında akciğerlerindeki rahatsızlık nedeniyle Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastanesi'ne yatırılır. Kısa bir tedavinin ardından, 13 Aralık 1979'da vefat eden Necatigil'in cenazesi, Zincirlikuyu Mezarlığı'na defnedilir.

Usta edebiyatçının ailesi tarafından, adını yaşatmak amacıyla 1980'den itibaren her yıl, "Behçet Necatigil Şiir Ödülü" verilir. Ayrıca Beşiktaş Belediyesi de şairin 10 yılı aşkın yaşadığı ve çok sevdiği Camgöz Sokağı'nın adını Behçet Necatigil Sokağı olarak değiştirir.

Necatigil'in kütüphanesi ve dergi koleksiyonu ise eşi tarafından 1987'de bir Behçet Necatigil Kitaplığı kurulması adına Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'ne bağışlanır.

Şiire adanmış bir ömür

63 yıllık ömrünü edebiyata ve özellikle de şiire adayan usta şairi ölümsüz şiiri "Sevgilerde" ile uğurlayalım:

Sevgileri yarınlara bıraktınız

Çekingen, tutuk, saygılı.

Bütün yakınlarınız

Sizi yanlış tanıdı.


Bitmeyen işler yüzünden

(Siz böyle olsun istemezdiniz)


Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi

Kalbinizi dolduran duygular

Kalbinizde kaldı.


Siz geniş zamanlar umuyordunuz

Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.

Yılların telâşlarda bu kadar çabuk

Geçeceği aklınıza gelmezdi.


Gizli bahçenizde

Açan çiçekler vardı,

Gecelerde ve yalnız.

Vermeye az buldunuz

Yahut vakit olmadı.


Yazın dünyasının aykırı kalemi: Oğuz Atay

Tutunamayanlar'ın unutulmaz yazarı Oğuz Atay, 12 Ekim 1934'te Kastamonu'nun İnebolu ilçesinde dünyaya gelir. İçine kapanık bir çocuk olan Atay, çocukluktan gençlik yıllarına kadar karikatürle ilgilenir.

İlk ve ortaokulu Ankara'da okuyan Atay, 1951'de Ankara Maarif Koleji (Ankara Koleji), 1957'de İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi'nden mezun olur. Tamir ve kontrol elemanı olarak Kadıköy vapur iskelesinin yapımında çalışır. Görevinden istifa ettikten sonra İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi (Yıldız Teknik Üniversitesi) İnşaat Bölümü'nde öğretim üyesi oldu. 1975'te doçent olan Atay'ın çeşitli dergi ve gazetelerde makale ve söyleşileri yayımlanır. Atay, 1971-1972 yıllarında yayımlanan Tutunamayanlar romanıyla edebiyat camiasında ilgi odağı olur. Bu eseriyle 1970 TRT Roman Ödülü'nü kazanır.

Eleştirmen Berna Moran, Türk edebiyatının en önemli eserlerinden biri olan Tutunamayanlar'ı, "hem söyledikleri hem de söyleyiş biçimiyle bir başkaldırı" olarak nitelendirir. Moran'a göre Tutunamayanlar'daki edebi yetkinlik, Türk romanını çağdaş roman anlayışıyla aynı hizaya getirerek ona çok şey kazandırır.

Atay'ın büyük etki yaratan kitabı Tutunamayanlar'ı 1973'te yayımladığı "Tehlikeli Oyunlar" adlı ikinci romanı izler. Hikâyelerini "Korkuyu Beklerken" başlığı altında toplayan Atay, 1911-1967 arasında yaşayan Prof. Mustafa İnan'ın hayatı konu eden "Bir Bilim Adamının Romanı"nı 1975'te yayımlar. 1973 yılında yayımlanan "Oyunlarla Yaşayanlar" adlı oyunu Devlet Tiyatrosu'nda sahnelenir. Atay, beyninde çıkan bir tümör nedeniyle büyük projesi "Türkiye'nin Ruhu"nu yazamadan 13 Aralık 1977'de, İstanbul'da hayata gözlerini yumar. Edirnekapı Sakızağacı Mezarlığı'na defnedilir.

Öldükten sonra 1987'de Günlük, 1998'de ise Eylembilim adlı kitapları yayımlanır. Sağlığında hiçbir kitabı ikinci baskı yapamayan Atay'ın kitapları ölümünden sonra büyük ilgi görerek defalarca basılır. Yıldız Ecevit'in hazırladığı Oğuz Atay biyografisi "Ben Buradayım..."-Oğuz Atay'ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası, 2005 yılında yayımlanır. Kastamonu Valiliği, usta yazar adına 2007 yılından beri "Oğuz Atay Edebiyat Ödülleri" vermektedir.

Düşle gerçek bir arada

Atay'ın eserlerinde düşle gerçek birbirine karışır. Okur, hikâyedeki zaman dilimini anlayamadan kendini postmodern bir olay örgüsünün içinde bulur. Edebi literatürde bu üslup tarzı, üstkurmaca kurgunun ana ilkesi kabul edilir. Oğuz Atay da postmodernist roman kategorisinde eser veren ilk yazardır. Atay, özellikle Tutunamayanlar romanında, modern şehir yaşamı içinde bireyin yaşadığı yalnızlığı, toplumdan kopuşları ve toplumsal ahlaka, kalıplaşmış düşüncelere yabancılaşan, tutunamayan bireylerin iç dünyasını anlatır. Yapıtları eleştiri, mizah ve ironi barındırır.

İşte Oğuz Atay'ın en çok paylaşılan sözleri

"Şu anda, sana güzel bir söz söyleyebilmek için, on bin kitap okumuş olmayı isterdim."

"Başkalarının yaptıklarını silmeye çalıştım: Mürekkeple yazmışlar oysa. Ben kurşunkalem silgisiydim. Azaldığımla kaldım."

“Herkesin istediği gibi yaşadığı uzak bir ülkenin özlemini duyuyorum.”

“Herkes birikmiş bizi seyrediyor; dağılın! Kukla oynatmıyoruz burada, acı çekiyoruz.”

"Beni bir gün unutacaksan, bir gün bırakıp gideceksen, boşuna yorma derdi; boş yere mağaramdan çıkarma beni. "

"Kelimeden önce de yalnızlık vardı. Ve kelimeden sonra da var olmaya devam etti yalnızlık."

"Korkuyoruz. Düşünmekten ve sevmekten korkuyoruz. İnsan olmaktan korkuyoruz."

“Çok yükseğe çıkamam; bende yükseklik korkusu var. Kimseyi yarı yolda bırakamam; bende ‘alçaklık’ korkusu var."

"Hayatım ciddiye alınmasını istediğim bir oyundu."

"...Beni anlamıyorlardı zararı yok. Zaten beni daha kimler anlamadı..."

"Kötü bir resim asarım korkusuyla hiç resim asmadım; kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadım."

"Cam kırıkları gibidir bazen kelimeler ağzına dolar insanın sussan acıtır konuşsan kanatır."

"Ölüm değilse bizi ayıran, yazık olmuş, hata yapmışız."

"Zaman her şeyin ilacıysa, fazlası intihara girmez mi?"

"Ben iç dünyama dönüyorum. Orada hayal kırıklığına yer yok."

Kaynak: AA, Hürriyet

21 Kasım 2022 Pazartesi

Saklanmak mümkün mü hüzünden?

 



Melankoli kelimesi dile getirildiğinde gayri ihtiyari "şairleri" düşünür pek çoğumuz. Özellikle şiirle hemhal olanlar, bu sözcüğü çok sık kullanır, yaşar, yazar ya da yansıtır... Burada melankoli=şiir, melankolik=şair yakıştırmalarını yapsak yanlış olmaz. Zira melankoli, en çok da şairi anlatır. Değil mi ki melankolik ruh haline bürünmeden ilham denizinde yol alamaz şiir ehli. En vurucu, en içten, en unutulmaz mısralar melankolik anlarda yazılmıştır muhakkak...

Melankoli; hüzünlü, acı çeken, yalnız, umutsuz bir insanın içinde bulunduğu derin keder halidir. Melankolik mizaçlı kişiler mutsuzdur. Yalnızlığı, toplumdan uzaklaşmayı ve insanlardan soyutlanmayı tercih ederler. Diğer insanlarla yakın ilişkiler içine girmekten kaçınırlar. Yaşamı boş ve anlamsız bulurlar. Keder, mutsuzluk ve değersizlik duyguları içindedirler. Melankoli depresyona dönüşebilir; depresyon, duygusal çöküntü içine girmektir. Ve ağır depresyon, kişiyi intihara sürükleyebilir. Nitekim yoğun melankoli hali yaşayan kimi şair ve yazar, intiharı tercih etmiştir.


Düşlerimin İskenderiye'sini bulamadım

“Hayatın neresinden dönülse kârdır” diyen Nilgün Marmara (1958-1987), genç yaşta ölümü tercih eden şairlerden biri. Manik depresif olan Marmara’nın yaşama tutkun olmadığı söylenir. Şairin ölümünün ardından Yazar/Şair Cezmi Ersöz, şu açıklamayı yapar:

“20’li yaşlardan itibaren intiharı düşünüyordu. Bir ara İskenderiye’ye gitti ama mutlu olamadı. Döndüğünde bana dedi ki: ‘Cezmi, düşlerimin İskenderiye’sini bulamadım.’ Yüzünde ölüm ifadesi vardı son zamanlarda. Alkol ile birlikte antidepresan alıyordu. Bahariye’de karşılaştık; yanında eşi vardı. Kulağıma ‘Cezmi çok hastayım’ dedi. Biyolojik hastalık algıladım Ama çökmüş vaziyetteydi. 3-4 ay sonra intihar etti.”

1982’de Kağan Önal ile evlenen Nilgün Marmara, üniversite eğitimini, Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde, Sylvia Plath üzerine yazdığı “Sylvia Plath’ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi” isimli teziyle tamamlar.

İntihar eden şairler arasında en çok bilinenlerden biri de Sylvia Plath (1932-1963). Alman bir baba ve Amerikalı bir annenin çocuğu olarak Boston’da doğan şair, profesör babasını 1940’ta kaybeder. Aynı yıl henüz 8 yaşında olmasına rağmen ilk şiirini yayımlar. Hayatı boyunca ileri derecede manik depresif bozuklukla mücadele eder. İlk intihar girişimini burs kazanarak gittiği Smith Collage’de gerçekleştiren Plath, o yıl akıl hastanesine yatırılır. Başka bir bursla Cambridge Üniversitesi'ni kazanan şair, bu okulda şiirlerini öğrenci gazetesinde yayımlar. Yine Cambridge’de tanıştığı kendisi gibi şair olan Ted Hughes’la evlenir. İki çocuk annesi olan şair, bir gece eşi yanında yokken Londra’daki evlerinde iki çocuğunun başucuna süt ve kurabiye bıraktıktan sonra, mutfaktaki hava gazını sonuna kadar açıp kafasını içine sokarak hayatına son verir. Öte yandan Plath’ın yaşadığı kiralık evde daha önce oturan İngiliz Şair William Butler Yeats de intihar etmiştir.

Kurtuluşu intiharda gören bir diğer şair, adını pek duymadığımız Kaan İnce (1970-1992). Henüz 21 yaşında Kadıköy’de konakladığı otelin penceresinden atlayarak yaşama veda eden İnce, o gün İzdüşümü adlı eserinin yayınevi tarafından kabul edildiğini öğrenmiştir. Genç şair, 1992’de Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödüllerinde "dikkate değer şairler" arasında yer almıştır.

Stefan Zweig (1881-1942), Jack London (1876-1916), Ernest Hemingway (1889-1959), Sadık Hidayet (1903-1951) ve Virginia Woolf (1882-1941), ileri derecede melankolik ve psikolojik sorunları sebebiyle intihar eden şair ve yazarlardan.


Kara sevda, hüzün yahut melankoli

Melankolik kelimesi Yunanca kökenlidir. Kara sevdaya tutulmuş, kara sevdalı; hüzün veren ve hüzün belirtisi şeklinde tanımlanır. Sözlükte melankoli, insanlardan kaçınma, derin üzüntüyle kendini gösteren bir ruh durumu, kara sevda şeklinde betimlenir.

Halk arasında yalnızlığı tercih ve hüzün hali olarak bilinse de aslında psikolojik bir durumdur. Nedensiz yere depresyon hissi ve bir şeyler yapmaya duyulan isteksizlik olarak ortaya çıkar. Eskiden şizofren gibi daha ciddi ve fiziksel rahatsızlıklara dayandırılan melankoli, beraberinde belli bir kültür ve kült getirir. Günümüzde ise aşk ya da kimlik karmaşası gibi duygusal nedenlere bağlanır. Psikanalitik ekolde melankoli kelimesi ilk olarak Sigmund Freud'un 1917 yılında yayınladığı "Trauer und Melancholie" (yas ve melankoli) makalesinde yer alır.

Melankoli sadece umutsuz aşkta değil, kişinin dünyayı anlamsız bulmasının sonucunda girdiği duygusal çöküntü halidir aynı zamanda. Acılar, yoksunluklar, çaresizlikler, ölümler, katliamlar, eziyetler, esaretler, dışlanmışlıklar da kişiyi melankoliye sürükler. Ki toplumcu şairler, beşerî aşktan ziyade halkın kederlerini, yoksunluklarını hissedip onlarla empati kurdukları için kelimelere hayat verirler. "Şiir Dünyasının Yıkıcı Tanrısı" olarak bilinen büyük şair Şükrü Erbaş’ı anmak isterim burada.

Erbaş, kimi zaman dışlanmış, kederli, çaresiz, yoksul kimi zaman da korkak, bilgisiz, öylesine yaşayan insanları düşünürken girer melankoliye. Korku ve çıkar çemberi içindeki günümüz insanından dem vurur sık sık. Dünyanın güzelliklerinden, insanlıktan, dostluktan, vefadan bihaber olanlar için şu mısralar dökülür kaleminden:

“Gittikçe yalnızlaşıyorsunuz insan kardeşlerim

Ne bir ortak sevinciniz kaldı sizi çoğaltacak

Ne bir içten dostunuz var acınızı alacak

Unuttunuz nicedir paylaşmanın mutluluğunu;

Toprağı rüzgârı denizi göğü

O her zaman bir insanla anlamlı

Tükenmez bir hazine gibi kendini sunan doğayı

Unuttunuz, gömülüp günlük çıkarların

Ve ucuz korkuların kör kuyularına

Daraldıkça daraldı dünyaya açılan pencereniz.”

‘Benim Mutsuz Çocukluğum’ şiirinde şairin korkuyla kaplı kendi çocukluğunu okuruz içimiz ezilerek. Bu şiir de yine bir melankoli durumunu gün yüzüne çıkarır:

“Benim mutsuz çocukluğum, bulanık

Bir asık yüz gölgesinde titreyerek

Baba korkusuyla geçti.

Sevinç bile sert eserdi odalarda

Susmak saygı, gülmek ayıp, izinsiz

Konuşmak en büyük suçtu.

….

Sanki üzerimden yeryüzü geçti

Gövermedi gövermiyor bir türlü

Yüreğimde ezilen yaşama tutkusu”


Aşka, çocukluğa, anneye, şiire

Usta şair Haydar Ergülen’in "Keder Gibi Ödünç" şiirinde ise melankolinin kedere bürünmüş çeşitli hallerini okuruz: Aşk, ayrılık, ölüm, özlem ve yetimlik...

“....

ağacın kederi yapraklarından

aşklar yerle bir oluyor gazelden önce

yağmurun kederi mırıldandığı şeyler

ahşap hanesine bir yetim düşünce

öleceği zaman hayvanlar gibi

saklanmak istiyor ya insan

saklanacak bir yeri olmalı

aşka, çocukluğa, anneye, şiire

ve eksik ölür insan”

Onat Kutlar, ayrılığın kederiyle melankoliye düşmüştür. Ayrılığın acısıyla ölümü düşlüyordur. Kutlar’ın ‘Ayrılık’ adlı şiirinden birkaç mısra şöyle:

“Ayrılık sabahı ne kadar beyaz

Ölümün hüzünlü arkadaşı kar

Bana ütülü bir çarşaf hazırlar

Bir karanfil tam yüreğin üstünde”

Sunay Akın, ‘Çocuk ve Hüzün’ şiirinde çocuklar için hissettiği melankolik hüznü paylaşır bizimle:

“Ne zaman bir çocuk ölse

gözü evlerinde

annesinin kavurduğu

helvada

kalır

Yoksul bir çocuk görsem

yağmur altında üşüyen

köprü olmak geçer

hiç değilse

içimden

Her akşamüstü oyuncakçı

camekanından

çocuk ellerinin

izlerini

siler”


Elde var hüzün

"Yalnızsan Eğer" şiirinde Ahmet Telli de yalnız hayatın anlamsızlığını imgeler:

“Her sayfası kederle kararan

bir hüzün defterine döner günler

ve her sabah “merhaba hüzün”

“merhaba yalnızlık”

diyerek başlarsın hayata

Ama hayat bağışlamayacaktır seni

Unutma

….”

"Elde Var Hüzün" der büyük şair Attila İlhan, maziye, gençliğine özlem duyduğu melankoli anlarından birinde:

“ne meseller söylerdi mercan köz nargileler

zamanlar değişti

ayrılık girdi araya

hicrana düştük bugün

ah nerde gençliğimiz

sahilde savruluşları başıboş dalgaların

yeri göğü çınlatan tumturaklı gazeller

elde var hüzün

….”

Usta şair Turgut Uyar, insanoğlunun maruz kaldığı korku, acı, eziyet ve cinayetlere duyarsız kalınmaması gerektiğini vurgular "Biraz Daha" şiirinde. O etkileyici dizeleri okurken yaşanan katliamlar gözümüzde canlanır ve içimiz ürperir:

“....

Ne kadar hüzün geçmişse dünyadan

Ne kadar acı geçmişse yaşayacağız

Hepsini yeniden, bir bir dünyada

Dünyadan ve dünyayla sana sığınırım

Acılardan ve hüzünlerden değil

Kaçmalardan ve korkulardan değil

Çünkü bir güçtür sıcaklığın kollarıma

Çünkü kanları, kanları, kanları hatırlarım

Çünkü ölülerimiz toplanacaktır

Ve yüceltilecektir bir mavide

….

Ve kuytularda, dağlarda, alanlarda

Akıtılan ve akıp gelen kanlarda

Bir sabah büyük büyük ateşler yanınca

Eller temizlenecektir

Bir tören olacaktır

Ölülerimiz toplanacaktır.”

"Ağlamak"ta Özdemir Asaf, melankoliyi ağlamakla imgeler, mutsuzluk olarak betimler:

“Ağlama,

Ağlamak

Biraz öteye kaçmaktır

Ağlamak,

Hüzünle anlaşmak,

Ve kucaklaşmaktır.

...

Kişinin en kolay mutsuzluğu

Ağlamaktır, geçiştirir umutsuzluğu.”

Melankoliyi kara sevda olarak tarif eden en iyi şiirlerden biri, Cahit Sıtkı Tarancı’nın "Kara Sevda"sıdır. Müslüm Gürses’in 1991 yılında çıkardığı "Bir De Benden Dinleyin" albümünde şarkısını seslendirdiği o meşhur mısraları anımsarsınız:

“Bir kere sevdaya tutulmaya gör;

Ateşlere yandığının resmidir.

Aşık dediğin, Mecnun misali kör;

Ne bilsin alemde ne mevsimidir.

….

Bir köşeye mahzun çekilen için,

Yemekten içmekten kesilen için,

Sensiz uykuyu haram bilen için,

Ayrılık ölümün diğer ismidir”

Usta şair Hilmi Yavuz’un hüzün kokan mısralarından belki de en etkileyici olanı, büyük şair "Nazım Hikmet"i andığı aynı adlı şiirdir.

“hüzün ki en çok yakışandır bize

belki de en çok anladığımız”

dizeleriyle başlayan ve biten şiirde, Nazım’ın esaret hayatı ve sürgününden duyduğu acının içine çeker bizi Üstad. Hüznü en çok sevdaya yakıştırır. Ki bu sevda yalnızca sevgiliye değil, bağlanılan ülkü, dava yahut ideolojiye de duyulur:

“....

biz, ey sürgünlerin Nazımı derken

tutkulu, sevecen ve yalnız

gerek acının teleğinden ve gerek

lacivert gergefinde gecelerin

şiiri bir kuş gibi örerek

halkımız, gülün sesini savurup

bir türkünün kekiğinden tüterken

der ki, böyle yazılır sevdamız

….”


Hoş geldiniz, neredeydiniz ey sevgili hüzün

Bu yazıda Sabahattin Ali’nin ünlü "Melankoli" şiirinden söz etmemek olmaz. Şiirde yer alan imgelem, betimleme ve anlatım adeta melankolinin beden bulmuş hali gibidir. Bahsettiğim mısraların bestesini senelerce Nükhet Duru’dan dinledik:

“Beni en güzel günümde

Sebepsiz bir keder alır.

Bütün ömrümün beynimde

Acı bir tortusu kalır.

Anlayamam kederimi

Bir ateş yakar derimi

İçim dar bulur yerimi

Gönlüm dağlarda bunalır.

Ne kış, ne yazı isterim

Ne bir dost yüzü isterim

Hafif bir sızı isterim

Ağrılar, sancılar gelir.

Yanıma düşer kollarım

Görünmez olur yollarım

En sevgili emellerim

Önüme ölü serilir.

Ne bir dost, ne bir sevgili

Dünyadan uzak bir deli…

Beni sarar melankoli:

Kafamın içersi ölür.”

Ve Sezen Aksu... "Hoşgeldin Hüzün" şiirinde melankolinin içine çeker bizleri gönüllü olarak. Kendini "zırdeli" olarak tabir eden melankolik bir aşık vardır karşımızda. Emel Müftüoğlu zarif sesiyle ne kadar da güzel söyler aynı adlı şarkıyı. O isyankâr dizelerde gezinelim şimdi kulağımızda naif tınısıyla...

“Hoşgeldiniz, nerdeydiniz ey sevgili hüzün

Anladım o çekmecede gizliydiniz

Hoşgeldiniz kâğıdınız kırık kaleminiz

Hadi yazalım biz hazırız

Dayan kalbim dayan

İçine çevir gözünü

Ne olur daha derinlere dal senindir aşk

Uyan geceden uyan

Güneşi çağır gününe

Acıyı tütün basıp dindir

Yeminim var yine unutacağım

Bu yüreği yeniden uçuracağım

Ayrılığı aşk ile vuracağım

Bana iyi bak ben zırdeliyim”


Hüzün yüklü birkaç mısra bitirsin melankoli yolculuğumuzu:

içimde bitmeyen bir yolculuk

hüzün yükleniyorum bizden giderken

saklanmak mümkün mü kendinden?


ÇAĞLA GÖKSEL ÇAKIR