21 Kasım 2022 Pazartesi

“Ah”ların şairi: Didem Madak

 


 

Onulmaz hastalığa henüz 41 yaşındayken yenik düştü Didem Madak. Kısacık ömrüne çokça anı, acı ve şiir sığdırdı şair ruhlu kadın.

Madak’ın her şiiri yaşanmış bir anıdır. Şiirlerindeki ironi, şairin hayatıdır bir anlamda. Alay eder en çok da acılarıyla, yoksulluk ve yoksunluklarıyla… Erken yaşta aramızdan ayrılan şairin yayımlanmış üç kitabı var. Kitaplarının adı, bakış açısı ve yaşamının hassas noktalarına dair ipuçları verir Madak’ın: 'Grapon Kâğıtları', 'Ah’lar Ağacı' ve 'Pulbiber Mahallesi'.

Şair, zor bir çocukluk geçirir. Anne ve babası öğretmendir. 12 Eylül döneminde babası okul müdürüyle tartıştığı için Uşak’a sürülür. Fakat annesi Füsun Hanım’ın tayini çıkmadığı için Didem, kardeşi Işıl ve annesiyle Burdur’da kalır.

Didem Madak 13 yaşındayken, henüz 38 yaşında olan annesini beyin kanseri nedeniyle yitirir. Madak’ın zorlu günleri işte o zaman başlar. Şiirin teskin edici gücüne sığınır şair, hüzün ve acı yüklü hayatında…

 

“Bir yağsam pahalıya malolacağım”

Yaşam mücadelesi verdiği 'bodrum katı'nı tasvir eder; kanuna, düzene başkaldırışını, yalnızlığını yansıtır “Çiçekli Şiirler Yazmak İstiyorum Bayım”da:

“Yıllardır kendini bulutlarda saklayan illegal bir yağmurum.

Bir yağsam pahalıya malolacağım.

Ben bir bodrum kat kızıyım bayım

Yalnızlıktan başka imparator tanımaz bodrumum”

Evindeki plastik vazo ile dert etmekten vazgeçtiği yoksunluklarını özdeşleştirir:

“Bir süredir plastik vazolar gibi hiç kırılmıyorum”

 

“Protez bacaklar taktılar ruhuma”

Feminist ruhu 'erkek egemen' topluma isyanını haykırır en can alıcı yerinde öyküsünün. Bu nedenle, çiçekli şiirler yazmayı faydalı bulur ruhuna:

“Protez bacaklar taktılar ruhuma ince ve beyaz

Gıcırdaya gıcırdaya dolaştım şehri

Protez bacaklarıma bile ıslık çaldılar

….

Bu nedenle, çiçekli şiirler yazmayı

Ruhum açısından faydalı buluyorum bayım.”

Aşk tarifini okuruz “Siz Aşktan N’anlarsınız Bayım” şiirinde. Engin bir denizdir şair için aşk:

“Kâğıttan gemiler yaptım kalbimden

Ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı.

Aşk diyorsunuz,

limanı olanın aşkı olmaz ki bayım!”

Şairin Allah ile kurduğu aşk ilişkisine tanıklık ederiz ikinci kıtada. İç huzura erişmek, yalnızlığına çare bulmak, belki de acılarını dindirmek umuduyla dine sarılan bir kadın vardır karşımızda:

“Allah’la samimi oldum geçen üç yıl boyunca

Havı dökülmüş yerlerine yüzümün

Büyük bir aşk yamadım

Hayır

Yüzüme nur inmedi, yüzüm nura indi bayım

Gözyaşlarım bitse tesbih tanelerim vardı

Tesbih tanelerim bitse gözyaşlarım...

Saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı.”

 

Balkonda yorgun çamaşırlar

Erken yaşta kaybettiği annesinin hüznünü mısralarının derinlerine saklar şair. Öyle ki gün boyunca yanında gezdirdiği kederini günlük hayattaki uğraşlarıyla betimler.

“Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca

Balkona yorgun çamaşırlar asmayı

Ki uçlarından çile damlardı.

Güneşte nane kurutmayı

Ben acılarımın başını

evcimen telaşlarla okşadım bayım.”

Acılarını unutmak için kaçmak, uzaklara gitmek ister. Biraz olsun hüzünden azade olabilmek, ruhunu teskin etmek, belki de gerçek aşka kavuşmak umuduyla örtünür.

“Bir pardösüm bile oldu içinde kaybolduğum.

İnsan kaybolmayı ister mi?

Ben işte istedim bayım.

Uzaklara gittim

Uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin

Uzaklar seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım”

İlahiler söyler kalbindeki zehre panzehir olması umuduyla… Bazen de kandillerde teselli arar Peygamber’in kanatları altında… Ama özde aradığı şiirdir…

“….

Zehrimi alsın diye

Sizin hiç bilmediğiniz, bilmeyeceğiniz

İlahiler öğrendim.

….

Ben işte miraç gecelerinde

Bir peygamberin kanatlarında teselli aradım,

Birlikte yere inebileceğim bir dost aradım,

Uyuyan ve acılı yüzünde kardeşimin

Bir şiir aradım.”

Yalnızlık en temel imgedir Didem Madak şiirinde. Kimsesizliğini annesinin fotoğrafıyla gidermeye çalışır şair… Öyle güzide bir sevgiyle bağlıdır ki annesine, öyle çok seviyordur ki onu, vakitsiz sonsuzluğa uğurladığında sarsılır, ardından terliklerinin izlerini bile okşar anneciğinin.

“Kimi gün öylesine yalnızdım

Derdimi annemin fotoğrafına anlattım.

Annem

Ki beyaz bir kadındır

Ölüsünü şiirle yıkadım.

Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım

Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım.”

‘Aşk’ın sembolleri; ‘anne, çocuk, Tanrı, Peygamber, yalnızlık ve uzaklar’dır şair için. Bir erkek suretiyle özdeşleştirilemez aşk, ki onlar “n’anlar aşktan!”

“Aşk diyorsunuz ya,

İşte orda durun bayım

….

Siz aşkı ne bilirsiniz bayım

Aşkı aşk bilir yalnız!”

 

Yapıştırsam da parçalarını hayatımın…

İkinci kitabının adını taşıyan 'Ah’lar Ağacı' şiiri, yaşamını özetler adeta Didem Madak’ın.

Yağmurun onda çağrıştırdığı ögelerle başlar şiire şair:

“Yağmur, çamurlu bir elbise dikiyor şehre

Sıkılıyoruz hepimiz bu çamurlu giysinin içinde.

Berbattı,

Bir şiire böyle başlanmazdı.”

Radyoda çalan şarkıcı, seyrettiği Yeşilçam filmi, başrolde olma hayali ve o günün akşam menüsüyle devam eder mısralar…

“İç ses diye söylendim,

Ardından Yıldırım Gürses...

Aptal aptal güldüm bir de buna.

Ayşecik vazoyu kırıyor

Ve ‘tamir et bakalım’ diyordu babasına.

Yapıştırsam da parçalarını hayatımın

Su sızdırıyordu çatlaklarından.

Karnabahar kızartmıyordu asla

Başrolde kadınlar.”

 

“Sanırım Tanrı’nın eli”

Tanrı, Madak’ın edebi literatüründe ‘kuvvet’, ‘doğru yol’, en çok da acılar aleminden ‘çıkış kapısı’dır. ‘Ah’lar Ağacı’ şiirinde de hakim ögedir Yaratıcı. O’na sığınır şair, teselli aradığı zamanlarda…

“Güçlü bir el silkeledi beni sonra

Sanırım Tanrı’nın eliydi,

Sayamadım kaç ah döküldü dallarımdan,

Çok şey geçmiş gibi başımdan

Ah dedim sonra,

Ah!”

 

Eski tül perdelerden gelinlik

Şairin çocukluğuna seyahat ederiz şiirin dördüncü kıtasında. Gelin-damat evciliğine konuk oluruz Madak’ın. Kardeşiyle oturur sohbet ederiz. Kırmızı bonbon şekerinin tadı dilimizde, oyuncak fincanlardan çay içeriz.

“Tanrım bana hiç erimeyen,

Kırmızı bir bonbon şekeri yolla.

Eski tül perdelerden gelinlik biçerdik

Kardeşimle kendimize durmadan,

Olmayan çayları,

Olmayan fincanlardan içerdik.

Olmayan kapıları açardık,

Olmayan ziller çaldığında.

Siyah papyonlu olurdu mutlaka

Resim defterimizdeki damat.”

 

İtiraf edilememiş aşklar…

Ve tabii ki ahlat ağacı. Ana temasıdır şiirin. “Ah” çekmeyi öğrenmiştir ilk ondan şair:

“Ve ah dedim sonra,

Böyle ah demeyi beli bükük bir ahlat ağacından öğrendim.”

Yaşam gibi tatsız ve acıdır meyveleri ahlatın. Fantastik bir lanetin eseridir belki de bu durum.

“Meyveleri tatsızdı

Eski bir lanetten dolayı

Herkes dişlerdi acı meyvelerini,

Ve herkes söverdi ona.”

İsimler kazınır sonra gövdesine, derin derin iç çekilerek:

“İsmini yazardı herkes onun bağrına,

Ah derdi o. Ah!”

 

Ahlat ağacını Tanrı’ya benzetir, onda Yaratıcı’nın özelliklerini görür Didem Madak. Tanrı-ahlat teşbihi, ulaşılamaz olanla bütünleşir:

“Ne çok dikeni vardı ahlat ağacının tanrım,

Ulaşılamazdı,

Sen sarılmak istesen ona,

O sana sarılmazdı.

Ne çok dikenin vardı Tanrım!

Ne çok isterdim,

Sana sarılamazdım.

Ve şöyle derdim o zaman:

Ah!”

Yaşlılık imgesiyle de ele alır şair ahlat ağacını. ‘Tutulamayan’ zamana temas edercesine dile getirilemeyen aşklar ve evde kalmış kadınlarla sembolleştirir onu:

“Ahlat ahların ağacıydı,

Yaşlanmaya başlayanların,

İtiraf edilememiş aşkların,

Evde kalmış kızların.”

Basit kelime oyunlarına da başvurur şair, ‘hayat ağacı’ şiirine vücut verirken:

“Cezayir nasıl cezaların ülkesiyse”

....

“Ve etimoloji Eti’lerden kalma

Bir zaman birimiydi yanılmıyorsam”

 

Rengarenk reçeller dizerim kalbimin raflarına

Erken yaşta yitirdiği, şefkatine hiç mi hiç doyamadığı ‘çok sevinmelerin kadını’ anneciğini anlatır 'Ah'lar Ağacı'nın ilerleyen mısralarında. Büyük bir özlemle yad eder onu. Annesinin bahçelerindeki vişne ağacının üç küçük vişnesine duyduğu sevinci anımsar kederle. Rengarenk reçel kavanozlarında, sıcak yemeklerde, birlikte geçirdikleri anları yaşar tekrar tekrar. Alelacele yaptığı hazır domates çorbasında bile “öksüz benliği”ne buğulanır gözleri. Sıcacıktır annesinin her hali yaşarken, oysa şimdi, soğuk bir taşın altındadır bedeni…

“İlk üç vişneyi verdiğinde bahçedeki ağaç

Annem sevindiydi hatırlarım.

Ah demişti.

Ah!

Üç küçük kırmızı dünya verilmişti sanki ona.

Annem çok sevinmelerin kadınıydı.

Bazen sevinince annem gibi,

Rengarenk reçeller dizerim kalbimin raflarına.

Annem çok sevinmelerin kadınıydı,

Sıcak yemeklerin.

Başına diktikleri o taş,

Ne zaman dokunsam soğuktur oysa.

Ben okşadığımda ama, ısınır sanki biraz.”

 

Yalnızca iki harf

Hüzünle örülü kaderine, acılarına, yitirdiklerine, yoksunluklarına, kimsesizliğine, siyasi-toplumsal düzene, özetle hayatın kendisine meydan okudu, en fazla isyanlarını karaladı Didem Madak. Lakin tüm karşı koyuşlarının sonunda öğrenebildiği yalnızca iki harf oldu.

Dilerseniz şiiri, nihayete erdirsin yazımızı:

“Bir zamanlar meydan okumak isterdim.

Kaç meydanını okudum da bu hayatın.

Yalnızca iki harfini öğrendim:

A

H!”

 

ÇAĞLA GÖKSEL ÇAKIR 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder