Gerilim romanı tutkunları Dan Brown ismini çok iyi bilirler. Ünlü yazar, beyaz perdeye de aktarılan ‘Da Vinci Şifresi’ adlı kitabıyla adeta hafızalara kazınmıştır. Entrika ve tehlikenin iç içe geçtiği roman, okuru; kelime oyunları, gizem, komplo ve bulmacalarla örülü tarihî bir öykünün içine sürükler. Dan Brown’un şiirdeki izdüşümü bizce Vural Bahadır Bayrıl, namıdiğer W. B. Bayrıl. Öyle ki usta şair Bayrıl’ın şiirleri de okuru gizem, entrika, tarih, mit ve kelime oyunlarıyla dolu bir dünyanın içine çeker.
Bayrıl’ın mısralarını anlayabilmek için öncelikle onun şifrelerini çözmek lazım. Dolayısıyla bir dizede ya da şiirin tamamında aslında ne demek istendiğini kavrayabilmesi için kıvrak bir zekâya sahip olması gerekir okurun. Cam, elmas, ayna, cisim, şer, melek, tay, zamir, iris, tereke, bahçe, taş, gölge, suret, gül, arzu, ten, tenhâ, hâle, asri, lâin, ikon, şark, lotus ve zambak, Bayrıl’ın şifrelerinden bazıları. Aşk, yalnızlık, günah, sorgulama ve isyan temalı şiirlerle dikkat çeken şairin dünyasında; bilim, felsefe, müzik, tarih, mimarî ve mitoloji geniş yer tutar.
Birbirine bakan aynalar…
Dan Brown’un ‘Melekler ve Şeytanlar’ (2000), ‘Da Vinci Şifresi’ (2003), ‘Kayıp Sembol’ (2009) ve ‘Cehennem’ (2013) romanları arasındaki zincir, W. B. Bayrıl’ın kitaplarında da göze çarpar. ‘Melek Geçti’ (1992), ‘Şer Cisimler’ (2000), ‘Arzuda Tenhâ’ (2009) ve son kitabı ‘Elmas Sıkıntı’ (2016) birbirini selamlayan şiirlerden oluşur. Şair bir söyleşisinde bununla alakalı, “Melek Geçti, Şer Cisimler ve Arzuda Tehnâ, birbirine bakan aynalar gibidir. Öyle kurdum bu kitapları ben…” der.
Bayrıl’ın mısralarında şifrelerin saklı olduğunu belirttik. Hünerli şair, adeta esrarlı bir kelime hazinesidir. Sözcükleri birbirinden çok farklı anlamlarda kullanır. Belirsizlik ve çok anlamlılığın hakim olduğu şiirlerini kelime oyunlarıyla süsler. Bayrıl’ın hocası ve ustası Hilmi Yavuz haklıdır. Sihirlidir onun şiir dili. Sürekli “büyü üretir”. Yavuz, şairin ilk kitabı ‘Melek Geçti’ için kaleme aldığı yazıda tam da bu noktaya işaret eder: “…Gerçekten iyi şiir, ‘nitelikli’ okura (bu türden) soruları sordurtan bir belirsizliği içerir. Şiir dilinin çok-anlamlılığını, gündelik yaşamın tek anlamı amaçlayan dilinden ayıran da bu değil midir? Şair, ilk şiir kitabı ‘Melek Geçti’de hem geleneksel hem de modern olanı göz alıcı bir duyarlılık söylemiyle şiirselleştiriyor. Bir ‘büyü üretimi’dir bu; Valery, Baudelaire’in şiiri bağlamında bunu söylüyordu. Evet, öyledir, bir ‘büyü üretimi’dir şiir ve Melek Geçti işte tastamam bunu yapıyor.”
“Çocuk, çilleri güneş lekesi”
Kendisine 1992 yılında ‘Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü getiren ‘Melek Geçti’deki ‘Girdap’ şiirinde çocukluğuna seyahat ederiz şairin. Çocukluk temaları; kızıl tilki, ikindi, bahçe, güneş, kuyu ve tabii ki annedir. Mevsim yaz, vakit ikindidir. Bayrıl, kızıl bir tilkiye benzettiği yaz mevsimini odasındaki camın arkasından izlemez. Çıkar bahçeye. Tüylerini dalgınca bahçeye sürten kızıl tilki belki de kendi çocukluk halidir. Masum çilli yüzüyle kuyuya bakarken, geçmişine gider:
“Camda çıkan güzel yangın
kâğıda indi. Mevsim kızıl
bir tilki, sürtüyor tüylerini
bahçeye dalgınlıkla.
…
Çocuk, çilleri güneş lekesi,
eğilmiş kuyuya bakıyor.
Serin girdabına bakıyor
geçmişin.”
Şiirin devamında sarı saçlarıyla annesi gelir yanına kızıl saçlı şairin. Ayrılığın acısıyla yüklüdür annenin yüreği. Uzaklara bakarak gözyaşı döker. Zira aradan yıllar geçse de kapanmaz aşk yarası:
“Bal rengi saçların kederi…
çırpınır nikelajda. Parmağında
suya bıraktığı alyansın pembe
izi. Kabuk tutmaz ki, mazi açık
bir yara. Anne, eteklerinde kesik
saç yığını, bakar ve ağlar ufka.”
Yıllar sonra Bayrıl anlar ki, aynı acının girdabına bu kez kendisi kapılmıştır:
“Yazık geç anladım,
o müphem saatler boyunca
kuyu da benmişim meğer su da!”
'Şer Cisimler'e Yılın Şiir Kitabı ödülü
Şair, 2000 yılında ‘Şer Cisimler’ adlı ikinci kitabıyla Türkiye Yazarlar Birliği’nin ‘Yılın Şiir Kitabı’ ödülüne layık görülür. Kitaptaki şiirlerden belki de en etkileyici olanı ‘İns’. Şairin insan ve Yaradan tahayyülüne şahit oluruz şiirde. İnsan, Yaratıcısı’nı keşfetmeden önce taş bir gölge, kusurlu bir gövdedir. Fani ‘beşer’in, ötekine yahut öbür dünyaya duyduğu merak, zamanla arzuya dönüşür:
“Işık zamandır. Taş
gölge, dinlenirken tende.
... Kusurlu güzelliğinden
habersiz Gövde, Öteki’ni bekliyor.
Arzu’nun akşam gibi seyreldiği
bu sahillerde.”
Birden şimşek çakar. Bayrıl’ın ‘kainatın dalgın lisanı’ şeklinde tanımladığı insanoğlu, karanlık ruhunda hissettiği ani sarsıntı ile arşı (Büyük ev) ve Allah’ı bilmek ister:
“Şimşek!
ve zulmet içindeki ruhta ani
bir sadme!
…
Büyük ev! Ürperirdi orda
şeffaf kuşkularıyla, kainatın
dalgın lisanı.”
Sonunda Allah, ayetlerini indirir yeryüzüne. Yaradan’a tevekkülle teslim olan ins, Aşk’a ulaşır böylece. İnsan arşa yükselirken, melekler çekilir huzurdan. Sonra ne mi olur? İnsan ol(a)mayan zamirlere ilahî anlam kapanır. İnsan dünyada sadece anılan bir şey olur:
“Allah sıkılıp, sonunda harfleri saldı.
Aşk
saçıldı. Aralandı.
tevekkülle varlığın taçyaprakları.
Arz’a akkor kelimeler yağdı dün gece.
Gördüm. Melekler çekildi huzurdan.
Kitap, zamirlere kapandı.
Sonra… çok ama çok sonra anılan bir şey
oldu insan.”
Yazmanın kehribar sessizliği: Arzuda Tenhâ
Söz ustası şair, 2009 yılında çıkardığı ‘Arzuda Tenhâ’ kitabında büyüleyici tasvirlerini daha da zenginleştirir. Edebiyatçı Sabit Kemal Bayıldıran, onu şu sözlerle över: “Şiir işçiliği mükemmel olan Bayrıl, bir mimar gibi, her taşın işlevini, çağrışımını, bağlamını düşünerek, araştırarak kullanıyor. Bu da onu iki kitapla bir ‘usta’ kılıyor.”
‘Arzuda Tenhâ’da yer alan şiirler bir bütünün parçaları gibidir. Ayna, yara, ten, arzu, tenhâ, anne, insan, şair, çocuk, cam, asri, lâin, serencâm, taş orman, bahçe, şer, hâle, kadim, iris, zamir, gül, acı, taşra ve şark yapıtta sık sık yinelenen ögelerdir. Şiirlerde mitolojik unsurlar ve Latince deyişler göze çarpar. Daha kitabın ilk şiiri ‘Ten Geçilir!’de kendimizi efsanelerin içinde buluruz. W. B. Bayrıl’a göre esâtir (mitoloji), şairin evrenidir. Burada görkemli bir sessizlik hakimdir:
“Esâtirler bahçesi. Yazmanın
kehribar sessizliği. Altın sûretlerde
okunan, yokluk içre oturmanın görkemi.”
Şiir; kadim ve ezelî varoluş bilgisi, başlangıç, boş bir levha ve beyaz bir sayfadır:
“Yapraklar perişan. Ten geçilir burada.
Buda… Kadim bilgi.
…
Neler yazılı orda?.. Alemlerden
önceki göğün altında, şeffaf bir gül
gibi kamaşan levha. Oluş’un beyaz
sevinci.”
Karanlık bir yelkovan ritmi
Dünya ise taş ormandır. Geçici, sahte ve duygusuz olandır. Bir yansımadan ibarettir:
“Akis. Mekânda karanlık bir yelkovan
ritmi. Uçucu an!
…
Burası dünya, burası taş orman!”
Varoluşu taşımak kolay değildir. Kadim bilginin kefareti vardır. Fakat şair, kadim varoluş bilgisinin bedeli ne olursa olsun ödemeye hazırdır:
“… Seç kefaretim hangisi:
Mazlumların âhı? Zalimlerin zulmeti?..
Hazırım ödemeye her şeyi… Gel ve al!
Buysa, ruhumda kırılgan bir tay
gibi varoluşu taşımanın bedeli.”
Afrodit ve Adonis aşkı
‘Satranç’ şiiri de bir esâtiri anlatır. Tanrıların haz ve kibirleri için savaştığı Yunan mitolojisine götürür bizi Bayrıl. Efsanenin yaşandığı coğrafya lanetlidir. Güzellik ve aşk tanrıçası Afrodit, kendisine yeterince tapınmayan Suriye kralının kızı Myrrha’yı cezalandırır. Kız bir mersin ağacına dönüştürülür. Afrodit, ağacın gövdesinden doğan ölümlülerin en güzeli Adonis’e aşık olur, Adonis de Afrodit’e. Bayrıl, yaşadığı aşkın şiddetiyle kendisini Adonis’e benzetir. Bazen de ateşte yanmadığına inanılan efsanevî hayvan Semender olarak tahayyül eder benliğini:
“Suda iç içe akisler: Adonis ve Semender.
Hangisiydim ben? Kimdi O? İnsan neden
katilini sever?
Soruların satrancı uzadıkça,
ağaçlar, göğe doğru atlaşırdı...”
‘Eksik Tay’da çiğ insanı ve şarklı şairi betimler Bayrıl. Uçarı bir güle benzetir fıtratını tanımayan insanı. Kendini bilmeyen beşerin ruhu, eksik taylar gibi oradan oraya koşturur. Lakin vakti dolduğunda zamanaşımına uğrar böyle insan. Şair ise kendini bilendir, farkındadır benliğinin. Yaşamı boyunca hakikatin peşinden koşar. Sorgulamaları sayesinde yeryüzünün sırrına vakıf olmayı başaran şair için en önemli nesne ise aynadır:
“Zamanı kat yerlerinden açsak,
bilir misin, o havaî gülden
iz kalmaz!
…
İşte mürûru zamana uğradı insan.
…
Buralarda, bu mahşeri harf pazarında,
Şaire aynadan başka nesne satılmaz.
…
Şark’ta hakikat aynasız anlaşılmaz!”
Kötülüğün cisimlendiği o eşik
Bayrıl, kitapla aynı adı taşıyan ‘Arzuda Tenhâ’ şiirinde şairi tarif etmeyi sürdürür:
“Şair:
Ak kâğıtta asırlardır yol alan inatçı karınca!”
‘Aynadaki Yara’da acıyı güle, şarkı tenhâ bir anneye benzetir. Dünya taş orman, insan dünyaya tutsak bir gölgedir ona göre. Yara ise ancak hissedildiğinde gerçektir. Dolayısıyla: “Aynadaki Yara, asla
yaranın kendisi değildir!”
‘Kritik Kütle’de Latince deyiş ‘momento mori’ ile fani-geçici olan insan ve dünyayı imler şair. Mazinin, şimdi ve tekrarlayan tarihin sonu olduğunu vurgular. Aslolan öteki dünya, berzâh âlemi ve mahşeri kavrayamayan suretlerdeki kötülüğü ve gayri ciddiyeti mısralara döker:
“Zamirlere bakıyoruz. Kötülüğün
cisimlendiği o eşiğe. Takırdayan iskeletler, dans ediyor hâlâ
mahşerî harflerle.
Momento mori! Yazıdaki bir anlık
hâle. Gel geç imâları zamanın. Diyor
ki: ‘Ne çok oyalandın mazide
ve tekerrürde.’”
Mevsimden taşan musîki
‘Fanfar’ şiirinde mevsim ve şehrin musîkisini dinleriz. Fanfar üflemeli çalgılardan oluşan bir orkestradır. Fakat bu musîki, dinlendirici değildir. Hayli gürültülüdür. Böyle bir ortamda pek huzurlu olamaz insan:
“Mevsimden taşan musîki. Gümüş farfar
…
Sirenler. Bacalar. Kara enerji. Yayılır
dalga dalga. Tehir edilir hep sonraya
günün nadir sevinci.”
Bayrıl, şehirdeki kalabalık insan yığınlarını, camekânlı binalarla özdeşleştirir. Alışveriş çılgınlığı ve eşyayla şeytanî birliktelik, duyguyu alıp götürmüştür meta halindeki gövdelerden. Kötülük esir almıştır bedenleri. İnsanlar, kendine tapınan çağdaş putlara dönüşmüştür adeta:
“Cam adamlar, cam kadınlar. Gövdeleri elmas çiziği…
Çarşılar. Eşya ile temâşânın şeytanî kesişmeleri. Asri ikonalar. Mekânda
kötülüğün kendiliğinden cisimlenişi.”
‘Ebru’ şiirinde ölümü ve kabir âlemini prova ederiz. Akşam, ölüm vaktinin geldiğinin işaretidir. Ömrün miadı dolmuştur. Çocukluk bahçesi yıkılmıştır. Ayna, aslolanı yansıtmaz. İnsana fani olduğunu unutturan şer bir cisimdir. Şiirse, berzâh âlemindeki kayıp ruhların dilidir. Kabir hayatının kaçınılmaz olduğunu bilen şair, çaresiz her alacakaranlıkta gözyaşı döker:
“Akşam. Serencâm! Bahçe yıkıldı. Gam
…
Ayna şer. Bakış mülkü ziyan.
Sükûtun vadesi doldu. Yırtıl
sın o ezeli güldeki intizam!
…
Işıyınca içimizde, kayıp ruh
ların berzâhı olan lisân.
Şuara, söyle kim vardır biz
den başka, fecre böyle bakıp
bakıp ağlayan?”
‘Lotüs’te varoluşu, insanı ve Allah’ı tasvir eder Bayrıl. Gizemli, kutsal bir çiçektir nilüfer. Beyaz ve saftır. Allah’ın eksiksiz olduğunun ispatıdır:
“Sendeki esrâra bakarım. Ey kutsal
bitki.. Ruh ile gülün alaşımı.
Varlık dinlenir… Bahçe olurken
ve Olmak yapraklarda henüzken…
Sendin hilkâtin ürperen ırmağı.
…
Bu olmalı hepimize aratan, Tanrı’daki tamamlanmışlığı.”
İnsansa eksiktir, lanetlidir. Dünya yükünü sırtlayan bir hamaldır:
“Neresinden bakılsa eksiktir insan.
İnsan ki lâin serencâm. Tahammül mülkünün çırağı.”
Kış temrinleri ile yüzleşme
‘Kış Temrinleri’ şiirinde Cenap Şahabettin’in unutulmaz eseri ‘Elhan-ı Şita’yı (Kış Nağmeleri) selamlar W. B. Bayrıl. Cenap Şahabettin, Elhan-ı Şita’da kış mevsiminin kendisinde uyandırdığı ölüm, çaresizlik, yetimlik, ayrılık, yalnızlık, ümit ve özlem duygusunu; tabiatta gözlemlediği yapraksız-çiçeksiz ağaç, solgun bahçe, beyaza bürünen kara toprak, eşsiz-yetim kuşlar (güvercin, baykuş) ve ölü kelebek öğeleriyle mısralara döker. Bayrıl’ın ‘Kış Temrinleri’nde de benzer temalar vardır. Şairin bir dönem alkışlarla yahut kıskançlık ve beddualarla geçen ömrünün geçici, dünyadaki her şeyin eksik ve ölümlü olduğu vurgulanır. Şiir bile geçici harf heykelleridir. En acısı da budur şair için:
“Kış temrinleri: Elhan-ı şitâ! Ruha
şifa veren sesler. Anlarız yıllar
sonra. Hiçbir kar, değmezmiş
bu alkışa.
…
Kırılgan mimari. Dünya eksik
bir söyleşi. Varolalı beri. şinâ
şuara kargışa.
Kelimelerden, geçici harf heykelleri
yapan beceri. Zamirlerin hevesi,
âh bilinseydi, ne taşınmaz bir ezâ!”
Kış mevsimini ölüm, kimsesizlik, yalnızlık, kir ve maskeli insan yüzlerini çağrıştırdığı için sevmez Bayrıl. Bir an önce yazın gelmesini ister:
“Eldivenler giyse de kirlidir oysa
karın şeffaf elleri. Tutun, mânî olun,
dönelim yaza.
Kış temrinleri, yüzleştirir çünkü,
Çocukları yas, babaları beyazla.”
Elmas Sıkıntı: Hâlesi çoktan yitmiş bir asrın ruhtaki beyhude çırpınışları
Şair Ali Günvar, “Ne yazsa, güzel yazar” der W. B. Bayrıl için ‘Elmas Sıkıntı’ kitabında. Merhum şair Seyhan Erözçelik, “Kesinlikle kıskandığım tek şair” ifadelerini kullanır. “Acırım onun eline düşen kelimelere!” diyen şair Haydar Ergülen, ‘Elmas Sıkıntı’ için kaleme aldığı incelemede şunları yazar: “W. B. Bayrıl, şiirinin önüne geçmeyen bir şair. Sanırım bu, şiirinin fazlasıyla yeterli olmasından, şiirde olduğu gibi şiirine ilişkin olarak da fazla söze gerek duymamasından.”
Melek Geçti, Şer Cisimler, Arzuda Tenhâ kitaplarında günah, fanilik, kötülük, arzu, dünya, şiir, şair ve insan betimlemeleriyle hafızamızın sınırlarını zorlayan Bayrıl’ın son yapıtı ‘Elmas Sıkıntı’da (2016) genel bir huzursuzluk hali ağır basar. Adeta yalan çarkına dönen dünyada akl-ı selim olan çokları gibi onun da canı hayli sıkkındır. Şairin bu halet-i ruhiyesi kitabın tamamında kendini gösterir. Bayrıl, esere adını veren açılış şiiri ‘Elmas Sıkıntı’da ruhsal yorgunluğunu ortaya koyar. Ergülen’in dikkat çektiği gibi şair, daha ilk dizede okuru Turgut Uyar’ın büyük sıkıntısına, ‘Geyikli Gece’ şiirine gönderir:
“Gece, aralandığında geyik
yaralıdır. Yatar kâğıtta. Aşın
mış harf heykellerinden bir
ormanda. (Bkz. Hiçliğin Tadı)”.
“Hayatlarımız artık süslü alıntılar yığını!” saptamasını yapan şair, asrımızdaki insanların melekî özelliklerini bir başka deyişle iyilik hâlelerini yitirdiğine inanır:
“Elmas sıkıntı. Hâlesi çoktan yitmiş
bir asrın, ruhtaki şu beyhude
çırpınışları!”
Kayıp Hâle ilanı
Ergülen, elmas dizelerle yapılan bu sorgulamayla ilgili şu tespitte bulunur: “Işığı kıran ve yansıtan, öte yandan da en sert mineral olan elmasın kesici özelliği de Elmas Sıkıntı, şairin çağından duyduğu büyük kederi, adeta bir miras olarak devraldığını, bir gelenek olarak sürdürdüğünü imler.” Bu arada Bayrıl’ın kendi iyilik hâlesini kaybettiğini, ‘Arzuda Tenhâ’ kitabının sonundaki ‘Kayıp Hâle’ ilanından anlarız: “Son kullanma tarihi dolmuş, nikelajı dökülmüş bir adet hâle, Üsküdar’a giden bir takside, unutulmak suretiyle kaybolmuştur, HÜKÜMSÜZDÜR.”
Geleneğe bağlı bir şair olan W. B. Bayrıl, ‘Elmas Sıkıntı’yı ‘üstad’ dediği Hilmi Yavuz’a adar. Kitabın yazılış hikâyesini Haydar Ergülen, şu sözlerle dile getirir: “W. B. Bayrıl 1936 doğumlu, Türkçenin büyük şairlerinden Hilmi Yavuz’a 80. doğum günü armağanı olarak bu kitabı hazırlar ve bu evrensel adama geleneğine kendini bağlar. ‘Elmas Sıkıntı’da ayrıca Cioran, Baudelaire ve Rilke’den de uzun ve derin alıntılar var. Rilke, Bayrıl’ın en derin ve yakın akrabası.”
Elmas Sıkıntı’nın başında yer alan prolog (öndeyiş) ve her şiirin öncesinde yapılan izahatlar dikkat çekicidir. Gelecek şiirin bir nevi açıklaması gibi duran bu izahatlara, ‘düzyazı şiir’ de diyebiliriz. Mesela ‘Elmas Sıkıntı’ şiirinden evvel şu tasviri yapar Bayrıl: “Sıkıntı, kendi kendine yarılan zamanın içimizdeki yankısıdır… boşluğun açığa çıkmasıdır, hayatı destekleyen- ya da icat eden- o sayıklamanın kurumasıdır.”
Usta şair, ‘Çentik’ şiirinde, yazının sahte ve geçici olduğunu ifade eder. İnsan zihninin -deneyselci görüşün savunduğu gibi- ‘tabula rasa’ yani ‘boş levha’ olduğuna inanır. İnsan, boş zihnini hayat tecrübesiyle karartacak yahut beyaz bırakacaktır. Kötülük-günah ve/ya iyilik-sevap yaşandıkça kazanılacaktır. Şiir, şair için geçici dünyadaki en saf ve kalıcı şeydir:
“Yazı. Sahte güzellik! Yitik
ayla! Kelimelerse, sert
kemik ve pürüzsüz formika
duygusunda
Okunacak ne kalır ah
şapta, o ilk ağacın silik
hâtırasından başka?
-tabula rasa!
tabula rasa!”
Eserin ikinci bölümünü oluşturan üç şiirin adı Latince bir deyiş: ‘Ora et Labora (Dua et ve çalış)’. Aynı adı taşıyan bu şiirlerde, kelime oyunlarıyla birlikte tekrar eden mısralar ilgi çekicidir. Yinelenen dizeler, şairin ruhunu kaplayan sıkıntının ne denli bunaltıcı olduğunu kanıtlar:
“bütün o kendi üstüne kıvrılan
şeyler: kitap, mendil,
düşünceler…
Şimdi’nin raptı
…
Mesela jilet
yüzeyindeki ışık oyunlarıyla ödenen.
Keskin. Kesif. Yırtıcı.
ufuklarda nasıl gri bir sıkıntı
bunlar bir yırtığa bakmanın
tuhaf hazları
hipnoz
retina hafızası
yarı
…”
Voici le temps des Assassins!
Kitap, klasik Fransız noir’e gönderme yaparak son bulur:
“Söylenmişti zaten, evvelden çok
evvelden- Voici le temps des Assassins! (İşte Katiller Zamanı)”
“Bu göndermenin sebebi nedir?” diye sorarsanız. Cevap, şairi çepeçevre saran ‘elmas sıkıntı’da saklı...
W. B. Bayrıl, ‘Suret Bilgisi’ şiirinde, eserini adadığı üstad Hilmi Yavuz’u selamlar. Hüzün şairi Yavuz, “Hüzün ki en çok yakışandır bize/ Belki de en çok anladığımız” mısralarıyla çoklarının zihnine kazınmıştır. Kelime ustası şair Bayrıl da ‘Suret Bilgisi’nde yer alan “Ki içlenmektir bu coğrafyada, hep/ imizin en büyük hüneri.” dizeleriyle aklımızda kalacak belki de.
Yazanın hüznünü yansıtan dizelerle noktalansın incelememiz:
“donuk suretiniz sizin
boğuyor düşünceleriniz
acı saymayı bilmezsiniz
ah desem ne çare size
umut katilisiniz siz
yabancılaştım ülkeme sayenizde
sorun var sizin yüreğinizde
ya da benim bitmeyen hüznümde”
ÇAĞLA GÖKSEL ÇAKIR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder