21 Kasım 2022 Pazartesi

Yaşamak şakaya gelmez!





Yaşamaya Dair

Yaşamak şakaya gelmez,

büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın

bir sincap gibi mesela,

yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,

yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın,

yani o derecede, öylesine ki,

mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,

yahut kocaman gözlüklerin,

beyaz gömleğinle bir laboratuvarda

insanlar için ölebileceksin,

hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,

hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,

hem de en güzel en gerçek şeyin

yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,

yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,

hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,

ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,

yaşamak yanı ağır bastığından.

Nazım Hikmet


Pandemi süreciyle birlikte yeni bir döneme girdi tüm dünya. İçinde bulunduğumuz süreci ta 1940’lardan nasıl da özetlemiş büyük şair Nazım! Tam da onun söylediği gibi daha bir ciddiye almalıyız yaşamayı, özellikle bizi çepeçevre saran koronavirüs günlerinde. Büyük bir özenle yaşamalıyız, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden. Yetmişinde bile olsak ağaç dikmeliyiz, hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil. Yaşamayı sevdiğimiz için, hâlâ nefes alabildiğimiz, hâlâ umut besleyebildiğimiz, bunca kötülüğün içinde hâlâ dürüst kalabildiğimiz, hâlâ iyilik yolunda koşabildiğimiz, hâlâ güzellikleri hayal edebildiğimiz, hâlâ aşık olabildiğimiz için yapmalıyız bunu…

Nazım’ın, “Mesela, beyaz gömleğinle bir laboratuvarda

insanlar için ölebileceksin,

hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,

hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken…” dizeleriyle vurguladığı fedakâr sağlık çalışanları için hayata sımsıkı tutunmalıyız. Ve bu kara günler geride kaldığında onlara sonsuza dek minnettar olmalıyız…

İnsanlığın felaketi haline gelen COVID-19 salgını nedeniyle dünyamızda artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Özellikle insan ilişkileri konusunda yeni iletişim yöntem ve araştırmalarına ihtiyacımız var gibi görünüyor. Basit bir dille ifade edecek olursak, “Tüm dünyada iletişim, somuttan soyuta evrildi” diyebiliriz. Soyut yaşam, soyut sözcükler, soyut düşünme ve soyut ilişkiler özellikle şiir ehli için çok tanıdık bir literatüre işaret ediyor.

Öyle ki mısralarla haşır neşir olanlar, kendilerini ancak insan, gürültü ve mekândan soyutlayabildiklerinde iç seslerine yönelip yazabiliyor. Dünyamızı sarsan koronavirüsün tek yararı belki de edebiyat ve sanat camiasına olacak. Şair, yazar, ressam ve bestekârlar bu dönemde kendilerine daha fazla zaman ayırabildikleri için daha çok üretecek. Kimi kaybettikleri için besteleyecek, kimi sağlık çalışanları için yazacak, kimi adaletsizliğe uğrayanlar için film yapacak, kimi işçiler için söyleyecek, kimi evsizler için çizecek, kimi de karantina günlerinde hissettiği özlem, hüzün, yalnızlık ve çaresizliği dizelere dökecek…


O kilitli kapı aralandığında…

Salgın nedeniyle dünyanın dört bir yanında; şüphe, korku, telaş ve huzursuzluk hakim. Tabiri caizse, hepimizi sarsan huzursuz bir atmosferin içinde debelenip duruyoruz çaresizce. Bu hâletiruhiye içerisinde pek çok şair ve yazar kalemine hükmedemiyor. Belki de bir türlü cesaret edemiyor içinde kopan fırtınaları yansıtmaya. Pandemi süreciyle birlikte gelen depresyon, paranoya ve takıntı durumunun esiri olmaktan dertlilerdir, kim bilir... Ama onların da iç alemlerine yaptıkları yolculuklar sayesinde yeni oluşumlara gebe oldukları ve vakti geldiğinde birikimlerini en etkileyici biçimde edebiyatseverlere sunacakları aşikâr. Değil mi ki savaşlar, sürgünler, katliamlar, ötelemeler, yasaklar, acılar, hüzünler, ayrılıklar ve yoksulluklar nice ünlü şair ve sanatçıyı var etti; o kilitli kapı aralandığında tüm sanat ehlinin unutulmaz eserler ortaya koyacakları muhakkak.


"Dokunabilir misiniz gözyaşlarıma, ellerinizle?"

Büyük şair Orhan Veli, sefalet içinde yaşarken en nadide şiirlerine hayat verdi:

“Ağlasam sesimi duyar mısınız, mısralarımda?

Dokunabilir misiniz gözyaşlarıma, ellerinizle?

Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,

Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu,

Bu derde düşmeden önce…”


Üstat Nazım Hikmet, en etkileyici eserlerini sürgündeyken yazdı. Destansı "Yaşamaya Dair" şiiri yükseldi göğe, onun sonsuzluğa uzanan kaleminden.


Cahit Sıtkı Tarancı, yaşamındaki zorluk ve sıkıntılardan tabiat ve düş alemine sığındı:

“Ve gönül Tanrısına der ki:

– Pervam yok verdiğin elemden;

Her mihnet kabulüm, yeter ki

Gün eksilmesin penceremden!”


Cemal Süreya, Edip Cansever, İlhan Berk, Sezai Karakoç, Ece Ayhan gibi ünlü isimlerin yer aldığı İkinci Yeni Şiir akımının öncülerinden olan usta şair Turgut Uyar, döneminin sorunlarını sade ve yapmacıksız şiir diliyle aktardı:

“Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta

Her şey naylondandı o kadar

Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı

Ama geyikli geceyi bulmadan önce

Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk.”


"Dağlarına bahar gelmiş memleketimin"

Cahit Zarifoğlu, şahit olduğu acılardan kendini soyutlayamadı ve “Ne çok acı var” cümlesiyle başladı "Yaşamak" isimli güncesine. Siyasî görüşünden dolayı hapis yatan Ahmed Arif, o sancılı günlerde en etkileyici şiirlerini kaleme aldı. Parmaklıklar arasında özlemini iliklerine kadar hissettiği "baharı" nasıl da güzel betimledi; şimdilerde "Haberin var mı?" bestesiyle ünlü şarkıcı Manuş Baba'dan dinlediğimiz o lirik şiirini:

“Haberin var mı taş duvar?

Demir kapı, kör pencere,

Yastığım, ranzam, zincirim,

Uğrunda ölümlere gidip geldiğim

Zulamdaki mahzun resim.

Görüşmecim yeşil soğan göndermiş

Karanfil kokuyor cıgaram

Dağlarına bahar gelmiş memleketimin”


Satırlarımızı birkaç kırık mısra ile tamamlayalım:

“Sesimdi düşen masivadan

heves yitik zaman

şüphe, telaş ve korku

bizi insan-ı kamilden koparan”



ÇAĞLA GÖKSEL ÇAKIR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder