21 Kasım 2022 Pazartesi

Tanpınar ve sonsuzluğa değen mısraları




Ne İçindeyim Zamanın

Ne içindeyim zamanın,

Ne de büsbütün dışında;

Yekpare, geniş bir anın

Parçalanmaz akışında.

 

Bir garip rüya rengiyle

Uyuşmuş gibi her şekil,

Rüzgârda uçan tüy bile

Benim kadar hafif değil.

 

Başım sükûtu öğüten

Uçsuz bucaksız değirmen;

İçim muradına ermiş

Abasız, postsuz bir derviş.

 

Kökü bende bir sarmaşık

Olmuş dünya sezmekteyim,

Mavi, masmavi bir ışık

Ortasında yüzmekteyim.

Ahmet Hamdi Tanpınar



 

Beklemek beyhudedir giden sevgiliyi, imkânsız maşuğu, gönül çeleni... Sonunda visal bile olsa geçicidir her birliktelik çoklarına göre. Bekleyiş sonsuz olanda kavuşma arzusu barındırıyorsa anlamlıdır. Değil mi ki vuslat aşkıyla yanan Mevlânâ’nın tahayyülünde ‘düğün gecesi’dir ölüm. Celaleddin-i Rumî’nin diliyle yazarsak, onun sevgilisine (Rabb’ine) kavuşacağı an ‘Şeb-i Arus'tur (düğün gecesi). Bir diğer deyişle vuslatın yıl dönümüdür... 

Mevlânâ, ölüm gününü “Yaradan’a Kavuşma” sayar, “Herkes ayrılıktan bahsetti, bense vuslattan” der. Mevlânâ’nın aksine ölümü sev(e)mez Yahya Kemal Beyatlı. Güzelliklerine hayran olduğu dünyadan göçmeyi gönlü istemez. Fakat hızla ilerleyen yıllar, hem suretini hem bedenini hem de ruhunu öte âlemlere yaklaştırır. Ruhen öbür dünya denizine açıldığı ‘Sessiz Gemi’ şiirinde, şairin ölümü nasıl yorumladığını anlarız. Matem olarak algıladığı ölüm, ağır geliyordur Beyatlı’ya. Bir yandan kendi amansız mevtini beklemenin acısı, diğer yanda sevdiklerinden ayrılmanın hüznünü zerrelerine kadar hissediyordur.

“Artık demir almak günü gelmişse zamandan

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

...

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;

Bilmez ki, giden sevgililer dönmeyecekler.

Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden.

Birçok seneler geçti; dönen yok seferinden”

mısraları kulağımızda çalınadursun, şiirlerinde ‘beklemek’ temasıyla içimizi burkan Ahmet Hamdi Tanpınar'ın gemisinde devam edelim seyahatimize. Usta şairin toplu şiir kitabı ‘Bütün Şiirleri’ (Dergâh Yayınları, Ekim 2011) rehberlik etsin yolculuğumuza…

 

Ötelere özlem duyar

Mevlânâ gibi ebedî âlemin varlığından huzur duyar Tanpınar. Maveraya karşı özlemle doludur içi. Çünkü fâniliğin sırrına hakim olduğunu düşünür yaşarken. Tüm cazibesine rağmen geçicidir dünya hayatı ona göre. Bu düşünce iklimi, büyük şaire ‘Ne İçindeyim Zamanın’ adlı unutulmaz şiiri yazdırmıştır. Şiirin dizeleri arasında gezinirken o karşı koyulmaz girdaba biz de kapılırız.

“Ne içindeyim zamanın,

Ne de büsbütün dışında;

Yekpare, geniş bir anın

Parçalanmaz akışında.”

mısralarıyla başlayan şiir, şairin yaşam boyu hissettiği halet-i ruhiyeyi özetler gibidir. Araftadır Tanpınar. Benliğini, yaşamla ölüm arasında nereye konumlandıracağını bilemez. Bedeni, kendisine biçilen role devam ederken ruhu, ahiretin büyüsüne kapılmıştır. Kimi zaman tüm benliğiyle kopar dünyadan:

“Bir garip rüya rengiyle

Uyuşmuş gibi her şekil,

Rüzgârda uçan tüy bile

Benim kadar hafif değil.”


İçinde bulunduğu hayal âleminde öyle mesuttur ki Tanpınar, Hak aşkıyla yanan ‘abdal’ misali kaleminden şu mısralar dökülür:

“Başım sükûtu öğüten

Uçsuz bucaksız değirmen;

İçim muradına ermiş

Abasız, postsuz bir derviş.”

Nihayetinde bitimsiz maviliğe uzanır elleri hüzünlü şairin:

“Kökü bende bir sarmaşık

Olmuş dünya sezmekteyim,

Mavi, masmavi bir ışık

Ortasında yüzmekteyim.”


Sonsuzluğu kocaman bir ziya olarak tahayyül eder usta. Özellikle tabiatı seyre daldığı anlarda ‘zahir’in (görünen) ardındaki batınî (duyularla algılanmayan) aydınlığı görür. ‘Yavaş Yavaş Aydınlanan’ şiirinde, âlemdeki ışık hüzmelerini ve esrarlı parıltıları temaşa eder:

“Yavaş yavaş aydınlanan

Bir deniz altı âlemi,

Yosunlu bir boşluktan

Çekiyor kendine beni

Aydınlığın hendesesi

Sonsuzluk bahçendir senin;

Dinleyin geliyor sesi

Arılarla böceklerin!

Ey eşiğinde bir ânın

Durmadan değişen şeyler!

Baş ucunda her rüyanın

Bu aydınlık oyun bekler…”

 

“Sesin yıldızlı gecemdir”

Tanpınar, doğadan ve gökyüzünden fazlasıyla ilham alır kalemdaşları gibi. Güneş, deniz, bitkiler, kuşlar, yıldızlar kısaca kâinattaki tüm varlıklara hayrandır. Etrafındaki varlıkları izlerken bir yandan da tefekkür eder; mahlukatın anlamını kavramaya çalışır. Dünyadaki güzelliklerin ardındaki sonsuz Latif’i görür adeta. Sonunda derviş olup Ezel ve Ebed’in müptelası haline gelir. Geçici dünyaya kendini tam manasıyla veremeyişinin ve her an sonsuzluk özlemi çekmesinin sebebi budur şüphesiz.  


‘Sonsuzluk şairi’ diyebileceğimiz Ahmet Hamdi Tanpınar, sevdiği kadına da ebedî bir aşkla bağlanır. Sevdiğini düşlerken öteki âlemlere seyahat eder:

“Sesin yıldızlı gecemdir

Başucumda geniş, sonsuz

Dalgalanır derinleşir;

Sonra irkilirim birden

Bittiği an bu rüyanın,

Geçmiş gibi, fark etmeden

Öbür yüzüne aynanın…”

Şair, ‘Mavi, Maviydi Gökyüzü’ şiirinde, öyle derin bir özlem duyar ki sevgilisine, onun ayak sesi ve gölgesinin hayaliyle tutunur mısralara. Bütün ‘akşam’ vakitlerini ona adar:

“Kim bilir şimdi nerdesin?

Senindir yine akşamlar;

Merdivende ayak sesin

Rıhtım taşında gölgen var.”

 

“Dönmeyen gemiler olduk açıktan”

Şairin ölüm tahayyülünü ‘Rıhtımda Uyuyan Gemi’de görürüz. Mevt ona göre insanı ebediyete götüren ‘güzel bir yolculuk’tur:

“Nolur bir sabah saati

Çağırsa bizi sonsuzluk

Birden demir alsa gemi

Başlasa güzel yolculuk.”

Şiirin son kıtasında, ölümün dünyaya geri dönüşü olmayan bir seyahat olduğunu vurgular Tanpınar. Zira geride kalanlar, kabir âlemine geçenleri beyhude bekler durur:

“Rıhtımda uyuyan gemi

Hatırladın mı engini

Gidip de gelmeyenleri

Beyhude bekleyenleri…”

Ölüm sayesinde özlediği sonsuzluğa erişeceğine inanır usta şair. Aynı zamanda dünyanın dert ve kederlerinden kurtuluş reçetesidir ölüm ona göre. Tanpınar, bu inancını ‘Defne Dalı’ şiirinde mısralara döker:

“Ne çıkar, sonu bir neşe ve hüznün,

Açılmış bir kapı ümit boşluğa,

Ölüm şifasıdır her üzüntünün,

Sükût defne dalı her yorgunluğa.”

‘Bursa’da Zaman’ şiirinde yine sonsuzluk hülyalarına dalar Ahmet Hamdi. Eski bir cami avlusunda geçmişi yad eder:

“Küçük şadırvanda şakırdayan su;

Orhan zamanından kalma bir duvar…

Onunla bir yaşta ihtiyar çınar”

Üstad, ‘Selam Olsun’ şiirinde tümden soyutlamıştır kendini insanlardan, uzaklaşmıştır dünyadan.  Sanki öbür âlemden yazıyordur mısralarını. Maddî dünyayı ötelerden özlüyor gibidir:

“Selam olsun bizden güzel dünyaya

Bahçelerde hâlâ güller açar mı

Selam olsun sonsuz güneşe, aya

Işıklar, gölgeler suda oynar mı

Uzak, çok uzağız şimdi ışıktan

Çocuk sesinden, gül ve sarmaşıktan

Dönmeyen gemiler olduk açıktan

Adımızı soran, arayan var mı”

 

Bizden de sana selam olsun mısraları sonsuzluğa nakşolan şair…


ÇAĞLA GÖKSEL ÇAKIR

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder