Deniz Türküsü
Dolu rüzgârla çıkıp ufka giden yelkenli!
Gidişin seçtiğin akşam saatinden belli.
Ömrünün geçtiği sahilden uzaklaştıkça
Ve hayâlinde doğan âleme yaklaştıkça,
Dalga kıvrımları ardında büyür tenhâlık
Başka bir çerçevedir, git gide dünyâ artık.
Daldığın mihveri, gittikçe, sarar başka ziyâ;
Mâvidir her taraf, üstün gece, altın deryâ...
Yol da benzer hem uzun, hem de güzel bir masala
O saatler ki geçer başbaşa yıldızlarla.
Lâkin az sonra lezîz uyku bir encâma varır;
Hilkatin gördüğü rü'yâ biter, etrâf ağarır.
Som gümüşten sular üstünde, giderken ileri
Tâ uzaklarda şafak bir bir açar perdeleri...
Mûsıkîsiyle bir âlem kesilir çalkantı;
Ve nihâyet görünür gök ve deniz saltanatı.
Girdiğin aynada, geçmiş gibi dîğer küreye,
Sorma bir sâniye, şüpheyle, sakın: "Yol nereye?"
Ayılıp neş'eni yükseltici sarhoşluktan,
Yılma korkunç uçurum zannedilen boşluktan
Duy tabîatte biraz sen de ilâh olduğunu,
Rûh erer varlığının zevkine duymakla bunu.
Çıktığın yolda, bugün, yelken açık, yapyalnız,
Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervâsız,
Yürü! Hür mâviliğin bittiği son hadde kadar!...
İnsan, âlemde hayâl ettiği müddetçe yaşar.
Yahya Kemal Beyatlı
Bir masal şehri olsun tahayyülünüzde... ‘Minyatür bir cennet’... Mevsimi ilkbahar… Güneşi yakut… Denizi firuze... Seması eleğimsağma... Kuşu zümrüdüanka… Musıkîsi saba… Esintisi rayiha... Çiçekleri gül, leylak, papatya... Ağaçları erguvan, palamut, göknar… Haneleri bahtiyar… Sakinleri şen… Çocukları gülşen…
Kâinatta masal tadı alabileceğiniz yegane şehir İstanbul’dur diyebiliriz. Onunla şerefyâb olanlar bunun farkındadır. Bu güzide kent, iki yakasıyla büyüler insanı. Bir tarafta Üsküdar, Beylerbeyi, Çengelköy, Kandilli, Kanlıca, Beykoz; diğer yanda Karaköy, Beşiktaş, Ortaköy, Emirgân, İstinye, Sarıyer; ortada Adalar...
Şehirde adım başı ilham pınarı fışkırır adeta şairler için…
Kimi kendini Kız Kulesi’ne gönüllü hapseder, kimi Galata Kulesi’nden semaya kanat açar, kimi Suriçi’nde sultanların izini sürer, kimi Yeni Cami’de güvercinlerle sohbet eder, kimi Sarıyer’de martılara misafir olur, kimi Adalar’da inzivaya çekilir, kimi Eyüp’te itikafa girer, kimi Ortaköy Camii ile Boğaziçi Köprüsü'nün harikulâde manzarasıyla mest olur, kimi Çamlıca’da güzeller güzeli şehri temaşa eder, kimi de Üsküdar ve Edirnekapı'daki Mihrimah Sultan camilerinde Mimar Sinan’ın Mihrimah Sultan'a aşkını yad eder...
Mimar Sinan'ın sırrı
Rivayete göre Sultan Süleyman, Topkapı Sarayı’nda 1522 yılında doğan kızına, Farsçada 'Güneş ile Ay' anlamına gelen Mihrimah adını verir. Zaman geçip, Mihrimah Sultan 17 yaşına geldiğinde evlilik için iki aday gündeme gelir. Biri Diyarbakır Valisi Rüstem Paşa diğeri ise Başmimar Koca Sinan. Mimar Sinan o yıllarda evlidir ve 50’li yaşlarındadır. Mihrimah, Hürrem Sultan’ın da girişimleriyle tarihe rüşvetçi ve entrikacı kimliğiyle geçen Rüstem Paşa’yla evlendirilir.
Koca Sinan derin bir tutkuyla âşık olduğu Mihrimah Sultan’a kavuşamaz ama aşkını tüm naifliğiyle sanatına yansıtır. Mihrimah Sultan'ın isteği üzerine Mimar Sinan’ın yaptığı Üsküdar ve Edirnekapı’daki Mihrimah Sultan Külliyelerinde bu büyük aşkın izleri saklıdır. Matematik dehası Sinan, Mihrimah için yaptığı iki külliyenin içinde yer alan camilere bir sır gizler.
Mihrimah Sultan’ın Güneş ile Ay anlamındaki ismine ithaf edercesine yılın sadece birkaç gününde (nisan ve mayıs aylarında) bir caminin arka cephesinden güneş batarken diğerinden ay doğar. Bu eşsiz aşk hikâyesine inanan nice kalem ehli, bahar aylarında güneş ve ayın o esrarengiz buluşmasına tanıklık etmek için gök kubbede seyre dalar...
'Hayal şehri'nde Yahya Kemal
Hayal-İstanbul birlikteliğinin en çok yakıştığı şair Yahya Kemal Beyatlı’dır şüphesiz. Üstad'ın toplu şiirlerinin yer aldığı ‘Kendi Gök Kubbemiz’ (İstanbul Fetih Cemiyeti-2012) adlı eserdeki şiirleri benzerlik yönünden ele aldığınızda 'hayal şehri' İstanbul çıkar karşınıza. Bu büyüleyici masal kentinin her coğrafyasında farklı bir hülyaya kapılır usta şair. Bebek, Moda, Cihangir, Maltepe, Fenerbahçe, Kanlıca, Kandilli, Çamlıca, Göksu, İstinye ve Üsküdar’da alabildiğine hayalperesttir Yahya Kemal.
‘Bir Başka Tepeden’ şiirinde İstanbul’un hemen her semtine gönül verdiğini anlarız şairin:
“Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.”
Büyük şair, bir şiirinde Kandilli’den Çubuklu’ya gezintiye çıkar; diğerinde Moda’da ilkbaharı karşılar; bir başkasında Çamlıca’daki mesut günlerini anar... Onun Üsküdar’daki ayak sesleri her daim mısralarında duyulur… Üsküdar’ın ışıkları bile dost gelir ona. Bu semtle ilgili muhayyeli,
“Etrafı okşuyor mayısın taze rüzgârı;
Karşımda köhne Üsküdar’ın dost ışıkları…”
dizeleri ile çıkar karşımıza. ‘Hayal Şehir’ şiirinde başlı başına Üsküdar vardır. Avrupa yakasındaki Cihangir’den şehrin karşı yakasındaki ‘inci’yi süzer:
“Git bu mevsimde, gurup vakti, Cihangir’den bak!
Bir zaman kendini karşındaki rüyaya bırak!”
Başka ülkelere gittiğinde de yine İstanbul’dur hülyası usta şairin. Polonya’nın Varşova kentinde yazar ünlü ‘Kar Musikileri’ şiirini. Zevk almaz İslav topraklarında. Mütemadiyen kulaklarına çalınır, onu mest eden tanbûri Cemil Bey:
“Bir erganun ahengi yayılmakta derinden…
Duydumsa da zevk almadım İslav kederinden.
Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta,
Tanbûri Cemil Bey çalıyor eski plakta.
Birden bire mes’udum işitmek hevesiyle,
Gönlüm dolu İstanbul’un en özlü sesiyle.”
Şiiri musikîden ayrı düşünemez
Beyatlı, musikî dinlemekten epey haz alır. Hatta klasik Türk musikîsini havsalasında öyle bir yere oturtur ki, bu müzikten anlamayanın kendi mısralarını da anlayamayacağını ileri sürer. Büyük Türk bestekârı Itrî’nin yeri ise apayrıdır onun için. ‘Eski Musiki’ şiirindeki,
“Çok insan anlayamaz eski musikimizden
Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden.
açar bir altın anahtarla ruh ufuklarını
Hemen yayılmaya başlar sada ve nur akını
Ve seslenir büyük Itrî, semayı örten ruh,
Peşinde dalgalanır bestesiyle Seyyid Nuh,
O mutlu devrede Itrî’ye en yakın dost
Işıklı danteleler bestekârı Hafız Post…”
mısralarıyla Itrî’ye verdiği ehemmiyeti yansıtır.
Fetih hayranıdır Yahya Kemal. ‘Akıncı’da Mohaç Meydan Muharebesi’ni canlandırır gözümüzde:
“Bin atlı, akınlarda çocuklar gibi şendik
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!
Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı: İlerle!
Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle
…
Bir gün dolu dizgin boşanan atlarımızla
Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla…”
‘Bir Tepeden’ şiirinde İstanbul’un fethinin kutsallığını vurgular:
“Kaç fethe koşan tuğlar ufuklarla yarışmış
Tarihini aksettirebilsin diye çehren
Kaç fatihin altın kanı mermerle karışmış”
‘Süleymaniye’de Bayram Sabahı’nda sadece İstanbul değil, Osmanlı’nın diğer zaferlerini de coşkuyla anar:
“Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor?
Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor:
Kosova’dan, Niğbolu’dan, Varna’dan, İstanbul’dan…
Anıyor her biri bir vakayı heybetle bu an;
Belgrad’dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar’dan mı?
Son hudutlarda yücelmiş sıra dağlardan mı?
Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?
Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..
Adalardan mı? Tunus’tan mı, Cezayir’den mi?”
Süleymaniye Camii’nin avlusunda cemaati seyre dalan şair, ümmet-millet olma şuurunu hisseder. Mabedin mimarisinden adeta büyülenir Beyatlı:
“Ordu milletlerin en çok döğüşen en sarpı
Adamış sevdiği Allah’ına bir böyle yapı
En güzel mabedi olsun diye en son dinin
Budur öz şekli hayal ettiği mimarinin”
Öyle ki “Bir neferdir bu zafer mabedinin mimarı” dizesiyle ulu eserin mimarı Sinan’ı, korkusuz bir askere benzetir.
‘İstanbul Fethini Gören Üsküdar’da,
“Üsküdar, bir ulu rüyayı görenler şehri!
Seni gıptayla hatırlar vatanın her şehri” mısralarıyla yine bu güzide semti över.
Ebediyet yolculuğu bir masal
Hayal Üstadı, yaşının kemale ermesinden olsa gerek inzivaya çekildiği vakitlerde sık sık ötelerin hayaline dalar. Şiirseverlerin hafızalarına kazınan ‘Deniz Türküsü’ şiirinde, bir yelkenliye biner, git gide uzaklaşır dünyanın hendesesinden. Gökyüzünde sonsuz bir seyahatte hisseder kendini:
“Dolu rüzgârla çıkıp ufka giden yelkenli!
Gidişin seçtiğin akşam saatinden belli.
Ömrünün geçtiği sahilden uzaklaştıkça
Ve hayâlinde doğan âleme yaklaştıkça,
Dalga kıvrımları ardında büyür tenhâlık
Başka bir çerçevedir, git gide dünyâ artık.”
Kimine göre dünya hayatı hoş bir masaldır… Çekici olduğu kadar geçici. Yahya Kemal içinse ebediyete yolculuk bir masaldır. Şair,
“Yol da benzer hem uzun, hem de güzel bir masala
O saatler ki geçer baş başa yıldızlarla.
Lâkin az sonra lezîz uyku bir encâma varır;
Hilkatin gördüğü rü'yâ biter, etrâf ağarır.”
mısralarıyla sonsuzluk yolculuğunu tarif eder. Şair, şiirin devamında tahayyülündeki yolda ilerler, ilerler… Yolun sonu engin gök ve denizdir:
“Som gümüşten sular üstünde, giderken ileri
Tâ uzaklarda şafak bir bir açar perdeleri…
Mûsıkîsiyle bir âlem kesilir çalkantı;
Ve nihâyet görünür gök ve deniz saltanatı.”
İşte o anda sorgulamalar başlar şairin içinde. Yaradan’ı iliklerinde hisseder adeta. Tanrı'nın külli iradesinin cüz’i yansımalarından biri olduğunu hatırlar:
“Girdiğin aynada, geçmiş gibi dîğer küreye,
Sorma bir sâniye, şüpheyle, sakın: ‘Yol nereye?’
Ayılıp neş'eni yükseltici sarhoşluktan,
Yılma korkunç uçurum zannedilen boşluktan
Duy tabîatte biraz sen de ilâh olduğunu,
Rûh erer varlığının zevkine duymakla bunu.”
“Yılma korkunç uçurum zannedilen boşluktan” mısraından, çıkılan yolun çetin olduğunu anlarız. Üstelik tek başınadır şair bu yolculukta. Belki de Sırat Köprüsü’nden geçiyordur. Kim bilir kendi mahşerinin provasına hazırlanıyordur.
“Çıktığın yolda, bugün, yelken açık, yapyalnız,
Gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervâsız,
Yürü! Hür mâviliğin bittiği son hadde kadar!...”
mısralarıyla çizdiği ahiret resminin ardından tekrar yeryüzüne döner Beyatlı. Dilinde ise o kalplere nakşolan dizesi vardır:
“İnsan, âlemde hayal ettiği müddetçe yaşar.”
Yahya Kemal'in dimağında ölüm
Yahya Kemal şiirinde hayal kadar ölüm imgesi de geniş yer tutar. Şair özellikle son demlerinde gerçek dünyayla bağını iyice koparmış, hayal alemini tercih etmiştir. Kendi ifadesiyle o bir ‘rind’dir (dünya umurunda olmayan, gönlünce yaşayan kişi). Günlük düzenin gerektirdiği dar ve yapmacık dünyaya hapsolmamış, kendine has bir hayat biçimi oluşturmuştur şair. ‘Rindlerin Hayatı’ şiirinde ‘engin vakar’ sahibi rindlerin hayat felsefesini okuruz:
“Görmek değil düşünmeye bigane kal! Bırak!”
‘Rindlerin Akşamı’nda mematın amansızlığını mısralara döker Hayal Ehli:
“Dönülmez akşamın ufkundayız. Vakit çok geç;
Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç!
Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile,
Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle.”
Yazımızı büyük şairin cennetvari ölüm tahayyülüyle noktalayalım:
“Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde
Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.”
ÇAĞLA GÖKSEL ÇAKIR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder