21 Kasım 2022 Pazartesi

Şiirin büyüsü "yaz"

 



Bir Yaz Günü İçin Şiir

nerde o sarısabır, safran ve sarı sesi

akşamın? duymak sanki bir gülün

yolculuğu gibidir bahçeden sana doğru;

gelsin, bilsin ve sensin, yağdığın o yağmuru

alıp gidensin işte, daha ergin bir yaza...

bahçemde yer kalmadı, her taraf tıka basa

yaşlı yazlarla dolu... orda elbet o çölün

ortasında yabansı, ürkek ve sanki garip

bir şeyler duyuyorum... sesler, şeyler? ölünün

son gördüğü o gülü çağrıştıran, -nedense...

ben yine bahçemleyim, bu belki kendimleyim-

mi demek? Zaman ten'dir, eğer yazlar bedense...

Hilmi Yavuz


Temmuz doğumlu olmak kimilerine göre ayrıcalıktır. Haksız da sayılmazlar. Güzelim yaz mevsiminin en alımlı ayıdır o. Haziran ve ağustostan ziyade edalı temmuz, daha bir göz alıcıdır. Güneş, ay boyunca muzipçe gülümser durur göğün tavanında. Aydınlatır simaları, parlatır saçları, güldürür gözleri ve ısıtır kalpleri... Lakin yaza gönlünü kaptıranlar için haziran, temmuz, ağustos fark etmez. Onlar, bu mevsimin her anını hisseder tüm zerrelerinde... Heyecanla beklerler nazlı gelişini...

Mevsimin müptelalarından biri de 'yaz şairi' diye tabir edebileceğimiz Hilmi Yavuz’dur. Yaz, Yavuz’un vazgeçilmez mısraıdır adeta. Evet, tek başına bir mısradır o şair için. Şiirlerinde büyütür, çoğaltır o nadide mevsimi, usta şair. Nitekim toplu şiirlerinin yer aldığı esere 'Büyü’sün, Yaz!' (Toplu Şiirler-Şubat 2006-Yapı Kredi Yayınları) adını verir; yazın büyüsüne kapılarak...

Sarıdır 'yaz'. Sıcaktır. En albenili renktir. Hilmi Yavuz’un, 'Yaz Şiirleri'nde sarı hep başköşeye kurulur. Sarı biraz da özlemdir esasında. Bundan mülhem, hasreti ve ayrılığı en iyi anlatan hazanın rengi de sarıdır. Fakat şair, güzü değil yazın çiçekli yüzünü görmek ister; heyecanla yolunu gözler onun...


Sarısabır, safran ve sarı sesi

“nerde o sarısabır, safran ve sarı sesi

akşamın?”

Sabırla yükler mısralarını, vakti geldiğinde sesine kulak kesilir o çok sevdiğinin. Sesini işittiğindeyse, güller açar gözlerinde ve dahi gönlünde:

“duymak sanki bir gülün

yolculuğu gibidir bahçeden sana doğru”

‘Kazı’ şiirinde geçmiş yaz mevsimlerinde yerin altına gömülen çocukluğunu, sevdalarını, kaybettiklerini, yolculuklarını, hüzünlerini arar Üstad...

“sarı yaz! kat kat şafaklar

gördün dizelerde, sevdalar

gördün göçük bir dağ

gibi üst üste geldikçe”


Acılar aynalardır, acılar

En sevdiği mevsimde toprağı kazar, kazar... İç derinliğini bulur nihayetinde. Derinde yatansa acıdır...

“ben şairim: bir yeraltıyım ben

acıyım

kazdıkça

ve derine indikçe

siz kim bilir kaç gece

bir gülün ölümünü andınız

bir ipek simya sesi

...

bir yaz gibi gülen çocuklar

ve yollar gördükçe

şiirler kazılmalı: o ince

...

kırgın kâğıtlar buldunuz

hüznü donmuş, külü meşin

ve birden

acısı acınıza değdikçe”

Şair, yaza öyle sevdalıdır ki, sonbahar kapıya dayandığında ağıtlar yakar; ayrılmak istemez o sıcacık sarıdan...

“yollarla örülü

bir yazdır o, kalbi safran

ve enfes

bir gurbet sesi

bir şiirin

yanı başına çömelmiştir

onu görmüş olmalısınız”

Mısraları akar gözlerinden ‘Yaz Ağıdı’nda…

‘Fey-yaz’ olur hüznünü, acılarını ve aşklarını anlatırken Hilmi Yavuz. Aynada kendisine bakan suret de ‘yaz’dır. Zira yazları gösteren aynalar vardır:

“yaz, bir önceki yazın

kalbidir

feyyaz!

hüznünü süsleme sakın

dilin aynasından şiirin

ipek sürüleri geçerken

feyyaz!

zaman bulut içinde şimdi

acılar aynalardır, acılar

da kırılır bir yerinden

feyyaz!

aşkların üstünden uçarken

şiir kendini seyreder

yazları gösteren aynadan

feyyaz, ey yaz! feyyaz, ey yaz! fey-”

Yaz gibi gülün de yeri ayrıdır Hilmi Yavuz için. Gülün adının geçmediği şiiri yok gibidir. ‘Kazı’da ölmüş bir gülü anar mesela:

“siz kim bilir kaç gece

bir gülün ölümünü andınız

bir ipek simya sesi

ve nice

katmanlar aradınız”


Ölüm gider, gül kalır

‘Kalp Kalesi’nde Yavuz’un belleğindeki aşk kavramını tanırız. Aşk; hüzündür, sürgündür, güzdür, gizli bahçedir, hisardır, kılıçtır, düğümdür, yazdır ve tabii ki güldür:

“kalp kalesi! ben sana

sürgün, sen bana hüzün

dayanır mı hüsn-ü aşk bu

kırgındır yollar döndükçe

burçları bengisuyunda Aşk'ın

ve kim bilir hangi soyunda güzün

...

kalp kalesi! her dize

bir gizli bahçedir

sevda senin hisarın

ah çeken kılıcın

bir düğüm olan adın

sonunun başındadır yaz

ve güller çözülsün”


Ali Rıza Ertan için...

Genç yaşta hayata gözlerini yuman şair Ali Rıza Ertan’a yazdığı şiirde yine gül ve yaz ögeleriyle ağıt yakar Hilmi Yavuz:

“sen ki acıdan sözcükler

dövdün güllerin örsünde

solar tarçının sesinde

şiire su veren filiz

deriz, giderek şiirimiz

büyür yazların dizinde

dilin kılıcı sınanır

kındaki sevda sözünde

ölüm gider, gül kalır

halkının yiğit sesinde”


Her taraf tıka basa yaşlı yazlarla dolu...

Yaz, çocukluğudur şairin. ‘Uçuk Çocuk’ şiirinde Yavuz’un küçüklüğüne seyahat ederiz:

“küçük yaz, uçuk çocuk!

desem hangi karanlık söz

eski bir yazı

anımsatır bize

mai ve siyah

bir yolculuğu…

uçuk çocuk

varsın topuklarına çıksın güz

bu yolculuk

ta orda kalsın

yaz, bir gülün müridi

hem çiğ hem pişmiş…”

Sadece çocukluğunu değil gençlik, olgunluk, yaşlılık, bütün ömrünü bu mevsimle örtüştürür Yavuz. ‘Bir Yaz Günü İçin Şiir’de şairin adeta gelişim merhalelerini okuruz. Her yağmur mevsiminden sonra erginleşir Yavuz. Yeni yaza ulaştığında biraz daha olgunlaşır:

“gelsin, bilsin ve sensin, yağdığın o yağmuru

alıp gidensin işte, daha ergin bir yaza...”

Olgunluk evresini yaşlılık izler. Şair bu dönemi,

“bahçemde yer kalmadı, her taraf tıka basa

yaşlı yazlarla dolu...”

mısralarıyla ifade eder. Sakın bu dizelerden, Yavuz’un yazdan sıkıldığı anlaşılmasın. O, bu mevsimi öyle çok seviyordur ki eski yazdan kalma anıları, nesneleri, gülleri sökemez bahçesinden. Üst üste de olsa biriktirir hepsini...


Sense kendini yinele ey gök!

Lakin ölüme çare yoktur. Kimi ayrılır fani diyardan Yaratıcı’nın muradıyla. Şair, çöle benzetir yazın ölülerini de kucaklayan bahçeyi. Ürkek ve yabansı seslerini duyar derinlerden. Kuruyan bir güldür onlardan biri:

“orda elbet o çölün

ortasında yabansı, ürkek ve sanki garip

bir şeyler duyuyorum... sesler, şeyler? ölünün

son gördüğü o gülü çağrıştıran, -nedense...”

Yaşlanmıştır Yavuz. Yaşlı yaz ögelerine pür dikkat kesilişi belki de bundandır. Yazla büyümüş, yazla erginleşmiş ve yazla yaşı kemale ermiştir. İşte bu yüzden nice sarı sıcak mevsimleri devirmiş bahçe, bizzat kendisidir:

“ben yine bahçemleyim, bu belki kendimleyim-

mi demek?”

Geçen yıllar yormuştur usta şairi. O yılgınlıkla ‘Usandık’ şiiri çıkmıştır kaleminden. Yine yaz mevsimi anlatır Hilmi Yavuz’un usancını; sevdadan, yolculuktan ve hatta çok sevdiği gülden:

“yaz günü! sen yine kendini anlat

sense kendini yinele ey gök!

sanki akıp gitmeyen bir su

bendini

zorlar gibidir… yararsız!

kalbimse üst üste nice sevdalar

görmüş bir höyüktü ki usandık

yaz günü! ölgün ve umarsız

işte hep burdayız, ne alır

ne satarız

hangi durak, hangi subaşı,

hangi konak

yetti o kadar… yorguna yol vermeye?

dağ yolları öyle yörüktü ki usandık

yaz günü! hep aynı ve yağız

atlar çıksın diye tek düze

dolanıp dururuz

sanki tepelerde durmayıp döner

gibi akşam gibi bitkin ve kararsız

bir kuştur şimdi buruk bengisu

ve gül şiire bir yüktü ki usandık”


Ne uzun bir büyü’sün, yaz!

Kadın, erkek, çocuk, kedi, kelebek, toprak, çilek, nar, çınar, gül, göl, defter, kalem... Canlı-cansız kâinattaki her varlık ölümlüdür. Yaz da öyle. Sonsuz değildir hiçbir mevsim. Şair, bunu yazla özdeşleştirdiği kendi bedeninde de hisseder ve “Zaman ten'dir, eğer yazlar bedense...” mısraı dökülür dilinden. Fakat ölüm, yok oluş değildir kimilerine göre. Yüce Yaratıcı, sonsuzluk bahşetmiştir inananlara. Beden toprak olsa da ruh ebediyen yaşayacaktır. Dünya hayatı yaz gibi geçici bir büyüye dönüşecektir, bize sonsuzu düşleten. Hilmi Yavuz’un ‘Büyü’sün, Yaz’ şiirinde mısralara döktüğü gibi:

“…

yollar gül sesleridir

beni yazın tâ içine çağıran

gitsem mi? yoksa daha

erken

mi akşamın kovanında

anılar oğul verirken

âh bellek, acı bellek!

hem arısın sen

hem kim bilir hangi gülden

kalma diken?

ve ne uzun bir büyü’sün, yaz!

gurbetler senin ülken, yalnızlar senin ülken

ben hep yollar düşledim

derin yollarda yürürken”


Bir yaz şiirini de yazanın kaleminden okuyun:

hüthüt kondu omzuma

düştü kalbime yedi cemre

toprak ısındı ellerimde

göğerdim elma ağacına

avuçlarıma doğan son yazdı


ÇAĞLA GÖKSEL ÇAKIR


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder