Bir Yaz Günü İçin Şiir
nerde o sarısabır, safran ve sarı sesi
akşamın? duymak sanki bir gülün
yolculuğu gibidir bahçeden sana doğru;
gelsin, bilsin ve sensin, yağdığın o yağmuru
alıp gidensin işte, daha ergin bir yaza...
bahçemde yer kalmadı, her taraf tıka basa
yaşlı yazlarla dolu... orda elbet o çölün
ortasında yabansı, ürkek ve sanki garip
bir şeyler duyuyorum... sesler, şeyler? ölünün
son gördüğü o gülü çağrıştıran, -nedense...
ben yine bahçemleyim, bu belki kendimleyim-
mi demek? Zaman ten'dir, eğer yazlar bedense...
Hilmi Yavuz
Temmuz doğumlu olmak kimilerine göre ayrıcalıktır. Haksız da sayılmazlar. Güzelim yaz mevsiminin en alımlı ayıdır o. Haziran ve ağustostan ziyade edalı temmuz, daha bir göz alıcıdır. Güneş, ay boyunca muzipçe gülümser durur göğün tavanında. Aydınlatır simaları, parlatır saçları, güldürür gözleri ve ısıtır kalpleri... Lakin yaza gönlünü kaptıranlar için haziran, temmuz, ağustos fark etmez. Onlar, bu mevsimin her anını hisseder tüm zerrelerinde... Heyecanla beklerler nazlı gelişini...
Mevsimin müptelalarından biri de 'yaz şairi' diye tabir edebileceğimiz Hilmi Yavuz’dur. Yaz, Yavuz’un vazgeçilmez mısraıdır adeta. Evet, tek başına bir mısradır o şair için. Şiirlerinde büyütür, çoğaltır o nadide mevsimi, usta şair. Nitekim toplu şiirlerinin yer aldığı esere 'Büyü’sün, Yaz!' (Toplu Şiirler-Şubat 2006-Yapı Kredi Yayınları) adını verir; yazın büyüsüne kapılarak...
Sarıdır 'yaz'. Sıcaktır. En albenili renktir. Hilmi Yavuz’un, 'Yaz Şiirleri'nde sarı hep başköşeye kurulur. Sarı biraz da özlemdir esasında. Bundan mülhem, hasreti ve ayrılığı en iyi anlatan hazanın rengi de sarıdır. Fakat şair, güzü değil yazın çiçekli yüzünü görmek ister; heyecanla yolunu gözler onun...
Sarısabır, safran ve sarı sesi
“nerde o sarısabır, safran ve sarı sesi
akşamın?”
Sabırla yükler mısralarını, vakti geldiğinde sesine kulak kesilir o çok sevdiğinin. Sesini işittiğindeyse, güller açar gözlerinde ve dahi gönlünde:
“duymak sanki bir gülün
yolculuğu gibidir bahçeden sana doğru”
‘Kazı’ şiirinde geçmiş yaz mevsimlerinde yerin altına gömülen çocukluğunu, sevdalarını, kaybettiklerini, yolculuklarını, hüzünlerini arar Üstad...
“sarı yaz! kat kat şafaklar
gördün dizelerde, sevdalar
gördün göçük bir dağ
gibi üst üste geldikçe”
Acılar aynalardır, acılar
En sevdiği mevsimde toprağı kazar, kazar... İç derinliğini bulur nihayetinde. Derinde yatansa acıdır...
“ben şairim: bir yeraltıyım ben
acıyım
kazdıkça
ve derine indikçe
siz kim bilir kaç gece
bir gülün ölümünü andınız
bir ipek simya sesi
...
bir yaz gibi gülen çocuklar
ve yollar gördükçe
şiirler kazılmalı: o ince
...
kırgın kâğıtlar buldunuz
hüznü donmuş, külü meşin
ve birden
acısı acınıza değdikçe”
Şair, yaza öyle sevdalıdır ki, sonbahar kapıya dayandığında ağıtlar yakar; ayrılmak istemez o sıcacık sarıdan...
“yollarla örülü
bir yazdır o, kalbi safran
ve enfes
bir gurbet sesi
…
bir şiirin
yanı başına çömelmiştir
onu görmüş olmalısınız”
Mısraları akar gözlerinden ‘Yaz Ağıdı’nda…
‘Fey-yaz’ olur hüznünü, acılarını ve aşklarını anlatırken Hilmi Yavuz. Aynada kendisine bakan suret de ‘yaz’dır. Zira yazları gösteren aynalar vardır:
“yaz, bir önceki yazın
kalbidir
feyyaz!
hüznünü süsleme sakın
dilin aynasından şiirin
ipek sürüleri geçerken
feyyaz!
zaman bulut içinde şimdi
acılar aynalardır, acılar
da kırılır bir yerinden
feyyaz!
aşkların üstünden uçarken
şiir kendini seyreder
yazları gösteren aynadan
feyyaz, ey yaz! feyyaz, ey yaz! fey-”
Yaz gibi gülün de yeri ayrıdır Hilmi Yavuz için. Gülün adının geçmediği şiiri yok gibidir. ‘Kazı’da ölmüş bir gülü anar mesela:
“siz kim bilir kaç gece
bir gülün ölümünü andınız
bir ipek simya sesi
ve nice
katmanlar aradınız”
Ölüm gider, gül kalır
‘Kalp Kalesi’nde Yavuz’un belleğindeki aşk kavramını tanırız. Aşk; hüzündür, sürgündür, güzdür, gizli bahçedir, hisardır, kılıçtır, düğümdür, yazdır ve tabii ki güldür:
“kalp kalesi! ben sana
sürgün, sen bana hüzün
dayanır mı hüsn-ü aşk bu
kırgındır yollar döndükçe
burçları bengisuyunda Aşk'ın
ve kim bilir hangi soyunda güzün
...
kalp kalesi! her dize
bir gizli bahçedir
sevda senin hisarın
ah çeken kılıcın
bir düğüm olan adın
sonunun başındadır yaz
ve güller çözülsün”
Ali Rıza Ertan için...
Genç yaşta hayata gözlerini yuman şair Ali Rıza Ertan’a yazdığı şiirde yine gül ve yaz ögeleriyle ağıt yakar Hilmi Yavuz:
“sen ki acıdan sözcükler
dövdün güllerin örsünde
solar tarçının sesinde
şiire su veren filiz
deriz, giderek şiirimiz
büyür yazların dizinde
dilin kılıcı sınanır
kındaki sevda sözünde
ölüm gider, gül kalır
halkının yiğit sesinde”
Her taraf tıka basa yaşlı yazlarla dolu...
Yaz, çocukluğudur şairin. ‘Uçuk Çocuk’ şiirinde Yavuz’un küçüklüğüne seyahat ederiz:
“küçük yaz, uçuk çocuk!
desem hangi karanlık söz
eski bir yazı
anımsatır bize
mai ve siyah
bir yolculuğu…
uçuk çocuk
varsın topuklarına çıksın güz
bu yolculuk
ta orda kalsın
yaz, bir gülün müridi
hem çiğ hem pişmiş…”
Sadece çocukluğunu değil gençlik, olgunluk, yaşlılık, bütün ömrünü bu mevsimle örtüştürür Yavuz. ‘Bir Yaz Günü İçin Şiir’de şairin adeta gelişim merhalelerini okuruz. Her yağmur mevsiminden sonra erginleşir Yavuz. Yeni yaza ulaştığında biraz daha olgunlaşır:
“gelsin, bilsin ve sensin, yağdığın o yağmuru
alıp gidensin işte, daha ergin bir yaza...”
Olgunluk evresini yaşlılık izler. Şair bu dönemi,
“bahçemde yer kalmadı, her taraf tıka basa
yaşlı yazlarla dolu...”
mısralarıyla ifade eder. Sakın bu dizelerden, Yavuz’un yazdan sıkıldığı anlaşılmasın. O, bu mevsimi öyle çok seviyordur ki eski yazdan kalma anıları, nesneleri, gülleri sökemez bahçesinden. Üst üste de olsa biriktirir hepsini...
Sense kendini yinele ey gök!
Lakin ölüme çare yoktur. Kimi ayrılır fani diyardan Yaratıcı’nın muradıyla. Şair, çöle benzetir yazın ölülerini de kucaklayan bahçeyi. Ürkek ve yabansı seslerini duyar derinlerden. Kuruyan bir güldür onlardan biri:
“orda elbet o çölün
ortasında yabansı, ürkek ve sanki garip
bir şeyler duyuyorum... sesler, şeyler? ölünün
son gördüğü o gülü çağrıştıran, -nedense...”
Yaşlanmıştır Yavuz. Yaşlı yaz ögelerine pür dikkat kesilişi belki de bundandır. Yazla büyümüş, yazla erginleşmiş ve yazla yaşı kemale ermiştir. İşte bu yüzden nice sarı sıcak mevsimleri devirmiş bahçe, bizzat kendisidir:
“ben yine bahçemleyim, bu belki kendimleyim-
mi demek?”
Geçen yıllar yormuştur usta şairi. O yılgınlıkla ‘Usandık’ şiiri çıkmıştır kaleminden. Yine yaz mevsimi anlatır Hilmi Yavuz’un usancını; sevdadan, yolculuktan ve hatta çok sevdiği gülden:
“yaz günü! sen yine kendini anlat
sense kendini yinele ey gök!
sanki akıp gitmeyen bir su
bendini
zorlar gibidir… yararsız!
kalbimse üst üste nice sevdalar
görmüş bir höyüktü ki usandık
yaz günü! ölgün ve umarsız
işte hep burdayız, ne alır
ne satarız
hangi durak, hangi subaşı,
hangi konak
yetti o kadar… yorguna yol vermeye?
dağ yolları öyle yörüktü ki usandık
yaz günü! hep aynı ve yağız
atlar çıksın diye tek düze
dolanıp dururuz
sanki tepelerde durmayıp döner
gibi akşam gibi bitkin ve kararsız
bir kuştur şimdi buruk bengisu
ve gül şiire bir yüktü ki usandık”
Ne uzun bir büyü’sün, yaz!
Kadın, erkek, çocuk, kedi, kelebek, toprak, çilek, nar, çınar, gül, göl, defter, kalem... Canlı-cansız kâinattaki her varlık ölümlüdür. Yaz da öyle. Sonsuz değildir hiçbir mevsim. Şair, bunu yazla özdeşleştirdiği kendi bedeninde de hisseder ve “Zaman ten'dir, eğer yazlar bedense...” mısraı dökülür dilinden. Fakat ölüm, yok oluş değildir kimilerine göre. Yüce Yaratıcı, sonsuzluk bahşetmiştir inananlara. Beden toprak olsa da ruh ebediyen yaşayacaktır. Dünya hayatı yaz gibi geçici bir büyüye dönüşecektir, bize sonsuzu düşleten. Hilmi Yavuz’un ‘Büyü’sün, Yaz’ şiirinde mısralara döktüğü gibi:
“…
yollar gül sesleridir
beni yazın tâ içine çağıran
gitsem mi? yoksa daha
erken
mi akşamın kovanında
anılar oğul verirken
…
âh bellek, acı bellek!
hem arısın sen
hem kim bilir hangi gülden
kalma diken?
ve ne uzun bir büyü’sün, yaz!
gurbetler senin ülken, yalnızlar senin ülken
ben hep yollar düşledim
derin yollarda yürürken”
Bir yaz şiirini de yazanın kaleminden okuyun:
hüthüt kondu omzuma
düştü kalbime yedi cemre
toprak ısındı ellerimde
göğerdim elma ağacına
avuçlarıma doğan son yazdı
ÇAĞLA GÖKSEL ÇAKIR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder